Cengiz Yılmaz – cengiz@solucanfanz.in
Saçları sarı ve omzundan henüz düşmüş uçlarıyla aynadan kendisine bakarken o nar kırmızısı dudaklardan gözünü alamıyordu. O dudaklar az önce başka dudaklar için açılmış ve diller birbirinin ucunda bir anı arzulamayı bitirir gibi kavuşmuştu. Üzerindeki elbiseyi yüzlerce ya da binlerce defa çıkarsa da hatırlayacak halde değildi. Yalnızca tam ıslanmamış vajinayı nasıl emdiğini, Venüs tepeciğine nasıl dilinin ucuyla dokunduğunu hatırlıyordu. Bir başkası köprücük kemiğini onun nar kırmızısı dudaklarında tutuyordu, köprücük kemiğini daha da açığa çıkarabilmek için yüzünü öbür tarafa çeviren bir başkasının kaburga kemiklerine sırasıyla dokunuyor ve kaburga kemiklerine sırasıyla dokunulan her bir paralelde hemen yanındakinin kalçasına doğru gidip geliyordu penis. Üzümler masada, şaraplar kadehlerdeydi. Müzik, olabildiğince duyum eşiğine yakın ve arada su molası ya da mutfak molası dışında buradaki insanlar bir vücut olabilmeyi, bedenleriyle ve ortaya koydukları kişilikleriyle barışmayı başarmış gibi gözüküyorlardı; belki de başarmışlardı. Bir veya birden çok insanla sevişmenin nesi kötü olabilir ki? Sahip olmak. Biri ya da bir şey üzerinde hak iddia etmek. Kendi üzerinde hak iddia edilmesi. Sahibe sahip olmak. Her şeyin, herkesin bu biçimde olması…
Tüyleri diken diken boşalırken bir şey hatırladı. Neden tüm bu insanlar ve anlar ve de anılar, bir yerden tanıdık geliyor? O kadar aşikar ki tanıdık olmak; bunca farklılığa rağmen…
Uyuduğunu düşünmek, uyurken düşünmek ve de en neme lazım olanı düşünürken uyumak ve düş.
Saçları yalnızca parlıyordu; gözlerindeki ışık sıkıldığı bu hayatta yalnızca serüvenlerin ve serüvenler için kıskanmanın; kıskanmak için sahip olmanın ve sahip olmak için feda edebilmeyi göze almayı anlatıyordu… ve nedense tanıdık olmak bir önceliği zorunlu olarak var etmediği durumda ne bir tanıdıktan ne de öncelikten söz edebiliriz. Bir şeyin sahibi olmak gibi bir öncelikten mesela söz edemeyiz, etmiş bulunduk.