Aşkın Yücel – askinyucelseckin@gmail.com
Süreklilik gösteren yanlış anlamalar silsilesi “Kestik!” sesiyle beraber yerini berrak ve anlaşılır olana bırakmıştı. Lunapark ve sirk adeta sonbahar geldiği için doldurulmamış birer havuzdu. En ufak bir ses dahi duyulmuyordu. Önceleri rahatsız eden başkalarının konuştuğu iç ses korosu önce bir beyaz sese daha sonra ise sessizliğe dönüşmüştü. Beyaz sesin algılanabilir hiç bir tonu yoktu, zaman gibi. Sıcak olan kırmızı tonları akkora yaklaştığında şöminedeki odunları karıştırdı ve maşayı yerine bıraktı.
-’Aslında’ ne tuhaf bir sözcük?”
-Altında yatan başka bir şey var gibi.
-‘Şey” de tuhaf bir sözcük.
-Zaman gibi.
Bu yıl hiç yanmamış şöminenin karşısında durup konuştukları o günü hatırladığında kar yağmaya başlamıştı ve fırtına yürümeyi güçleştiriyordu. Ağrı önce sol kaval kemiğini vurdu. Sonra yavaş yavaş tırmandı. Bu iki katlı evin ikinci katındaki yatak odasında küf kokulu karyolada uzanırken yalnızca şakaklarını tutabiliyordu.
-Kahretsin!
Ahşap zeminde kırılan termometrenin içinden çıkan civayla oynadığı yıllar geride kalmasına rağmen bu baş ağrısı ve dinmez ateş o yıllarda elinden düşürmediği tetris oyununu bir sanrıya dönüştürmüştü. Ne kadar mükemmelleşirse mükemmelleşsin oyunun sınırlarının açık verdiği bir yerden yüzeyler arası düşüyordu. Bir önceki an ile bir sonraki ne kadar da uzaktı!
Perdeleri açtı. Güneşin yeniden doğacağını sanıyordu. Karbonmonoksit ve karyoladan yere doğru uzanmış bir bilek!