Bir şapel taşlayıp kaçtım, küçüklüğümdeki tuk-tuk beni götürüyordu. Orman, bir kurbanın kaçış anındaki gibi aksiyonel akıyordu; bir sağ ve bir sol. Aslında hem sağ hem de sol, insan sezinlemesine göre sınır dahilindedir hep. Sekiz rakamının iki yuvarlağın üst üste gelişi, aracımızın üç tekerli oluşunu engelleyememişti, zaten Brahmanalar bunca detaya hiç girmemişti. Kıvırcıklaşan sakallarım, hiç taranmamış saçlarımın ayrım olabilecek yerindeki gibi, avuç baskılarıma maruz kalır böyle zamanlarda. Bir Meksikalınınki gibi kova şapkam da yok, ki bu da acıyı derinden hissetmemi sağlar. Terliklerim tahtadan hallice, yol gidişim hiyerarşik yapıya göre oldukça pespaye. Kemer sıkma politikası uygulamışım, eriyebilen ipi belime dolayarak. Yol ayrımlarında seçkilerim elbet bodoslama olacak, şimdiden hissediyorum. Bağırsakları iflas etmiş köpek balığının ete ne kadar ihtiyacı varsa benim de o kadar vardır herhalde. Kürdanımı karıncalara mezar taşı yapmıştım bir durak önce, ekmek sanıp arkadaşları almazsa, eğer ki mezar diye bir şeyleri varsa. Dalışlarım çıkışlarımdan daha kuvvetli, çıkışlarımın yorgunluğuyla alaka kurmaksızın. Buradaki kanunlara göre kuşların yere inmemesi bir suç, bir ölüm, bir yuhalanma sebebi. İklimi çok sevilen bir yerin, sevgiye kör katilleri çöl bakış açısıyla buraya hakim.
Hindistanlı
önceki içerik