Gölge Meriç
Dün gece saat on sularında bir telefon aldım. Hatunun adını hatırlamıyorum, hiç takılmadık da. Modaya inmiştim. Yağmurlu bir gündü ve soğuktu. Şişe elimde durmakta zorlanıyordu. Ellerim morarıyordu git gide… Dandik bir şemsiye açmak zorunda kalmıştım. Ne kadar ıslanmış olsam da, açtım. Fanzin almak için gelecekti, hatırlıyorum da… Tahminen lise sonda falandı. Siyah saçları vardı, siyah kotu ve siyah ceketi, siyah converse… Sadece fanzini aldı ve gitti. Tek bir kelime bile etmemişti, bende o giderken sessizce izlemiştim onu…
Dün gece geç saatlerde daraldım, üçe geliyordu saat tahminen ve bir parçaya tutulup tribe bağlamış olmalıydım. İnsanlara, hatta kendime olan tahammülüm yok olmuştu… Tavandaki izleri izledim. Düşen kartonpiyerin tavandan götürdüğü yere takıldım. Tavandaki boşluk, içimdeki boşluk… Boşluk artıyordu. Gecenin 3’üydü ve son 5 ytl mi verdiğim köpek öldüren, kanımı kurutuyordu. Her şeye son vermek geçiyordu kafamdan ama bunun için uğraşamazdım. Bir kaza bekliyordum. Neden o kartonpiyer kafama inmemişti ki? kolay olurdu çünkü. Çünkü bu kadar kolay ölemezdim. banada sanş gülüyor bazen lakin kıçıyla…
Dün gece saat on sularında bir telefon aldım. Hatunun adını hatırlamıyorum, hiç sesini duymadım şimdiye kadar…
– Kadıköy’deyim.
– …
– Görüşebilir miyiz?
– …
– Ne diyeceğimi bilmiyorum, konuşabiliriz diye düşündüm. Pekiyi hissetmiyorum…
O gün bende kendimi iyi hissetmiyordum. Onun bugünü gibiydi. Tanımadığım birine ihtiyacım vardı. İzlerimi göstereceğim, gözleriyle sevişebileceğim, belki sadece sarılabileceğim… Ama o ve diğerleri…
Tavanı izledim sadece. İnsanların soruları, içimdeki kancığın yakarışları, tavandan üzerime çöken boşluk… Biricik bitti ve yerim daraldı. Yorganı çekip kafama, ruhumu biraz daha façaladım.