Eyüp Özdemir – 8.01.2007 11.37-Cebeci
60 yıllık bir aile mirasının bana kaldığını 35 yıllık babamın dudaklarından olmasa da vasiyetinde öğrendim. Kafama inen her tokadın, ağladığım her ıslak gecenin, tükettiğim onca beyaz sayfanın aslında bir sebebi olduğunu…
ilk cümlesi –YAZMA- idi babamın.’’Ne bir telefon defterine numara, ne tarife uygun bir adres, ne adın, ne soy adım, ne mezar taşım. Yazma oğlum. Eğer senden oğluna bir fiske inmesin istemiyorsan, eğer onun yatağında ıslak bir gece geçirmesini istemiyorsan yazma. Senden çıkan tek manasız kelime parmaklarına mana katar, bir kere alıştın mı geri dönüşün olmaz. Bir şeyleri anlatmadan duramazsın. Önce yalanları yazarsın. Yetmez. Sonra gerçeklere kayarsın. Gözlerin kayar doğruluğun eşsiz mücevherine. Alamazsın canın yanar. Başkası olursun. Başkaları olur. Aralarında kendini ararsın.bulamazsın. her bulduğunu sandığında daha da yalnızlaşırsın. Sözde gerçekler de yetmez. Aklın havuzuna dalarsın. Aklından geçen her düşünce dışarı fırlar. İyiyi, kötüyü ayıramayacak duruma gelirsin. Sınırlarını aşar hepsi. İsyan ederler sana ki sen de yetmezsin. Hani kimseler vardır, işte onlar herkes olur. Dünyada tek nefesi kendin sahiplenir, bencilleşirsin. Güneşi sahiplenirsin. Baharı, yağmuru, aşkı, sevgiyi… ve bunları sahiplenirken düşünmezsin öteki olmadan onlar ölmüştür zaten. Derken ölüm gelir. Doğmadan ölümü sahiplenirsin. Susarsın, dudakların kaybolur. Tatmak sadece dokunmakta kalır, görmekte kalır. Müziği yitirirsin. Aç kalırsın bu sebepten. Bir kez melodiyi kaybettin mi doğa kapatır tüm kapılarını. Kör olursun. Ve her ne kadar bu sözlerimi dinlemesen de artık istesen de yazamazsın.
Gel , bırak o kalemi, en azından kaybedeceklerini kaçırma. Ben babasız kaldım, sen de… bırak bu sayfada başka kimse babasız kalmasın.’’
Bütün bu yazılanları bana hiç anlatılmasına izin verilmeyen büyükbabamın gazete kupürlerini vasiyetin çıktığı zarfın içinde görünce idrak ettim. Rahmetli büyük Edip, zamanında çok tanınmış bir yazarmış. Tek çocuğu olan babamı yatılı okullara mahkum etmesinin nedeni yazmaktan oğluna ilgi göstermemesiymiş. Büyükannenin melekler şehrine kaçıp gitmesi de bir sebep sayılabilir tabi. Ama büyük Edip yazmayı kesmemiş.gerçek yazarın yalnızlığına inanıyormuş kendileri. Bir süre sonra da bu tutkusu onda nöbetlerin başlamasına, uyuşarak kaybolmaya ve kimine göre talihsiz, kimine göre tarihsiz –ki kendisi zamana inanmaz olmuş son zamanlarında- bir avuç cam kırığı yutarak, kan kusa kusa ömrünü sona erdirmiş. O kadar yol varken neden böyle yaptığını anlamam için herhalde önce neden babamın sıradan bir yol izleyerek aynı sona ulaştığını bulmam gerek. Acaba büyük Edip gibi yazar olan babam onun kadar yaratıcı değil miydi? Yoksa büyük Edip’e bir tepki miydi? Çünkü boynundaki kemer büyükbabama aitmiş. Ve babamın son romanındaki Cemal babasından yediği dayaklardan usandığı için kendini babasının kemeri ile asmıştı. Onu bulduklarında o kemerin ne kadar can yaktığını cesedi görünce geç de olsa anlamıştı Cemal’in babası. Çünkü aynı kemer onun canını da yakmıştı. Herhalde cevabı büyük Edip’in de romanlarını okuyunca bulacağım.
Bütün bu söylenenler beni ne kadar motive eder bilmiyorum ama ilk denememde başarısız olmuştum. Hastanede gözlerimi açınca gözlerinde ateş püsküren annem babamdan tek farkımın bu başarısızlığım olduğunu söyledi ve elime babamın vasiyetini tutuşturdu. Yapma demesinin ne kadar sonuçsuz kalacağını bildiğinden olsa gerek, memlekete gideceğini, artık dedemlerle yaşayacağını da anlattı son çare. Beni de bekleyecekmiş. Bir annenin evladını bekleyeceği gibi…
Sizler de intihar kulübü üyeliğimi sona erdirmeyeceğimi anlamışsınızdır. Başarısızlığımı neye bağlarsınız bilmiyorum. Ben iyi bir yazar olmadığımdan olsa gerek dedim. Bu yüzden yazmaya devam edeceğim. Benzetme sanatında kendimi benzetecek bir ceset bulana kadar, babamı haklı çıkartmaya yetecek şekilde yalnız kalana kadar, gerçeğin nefesini ciğerlerime çekinceye kadar, kör ve kayıp olana kadar, son olana kadar.
Gerekiyorsa Nobel bile alırım..