“Eskiden, belki ancak radyo vardı, doğal olarak telefon ve teknik çağımızı oluşturanlardan hiçbiri yoktu. Bugün böyle yaşayan her kimse, bilincindeki değişimleri ifade etmesini sağlamayan eski lehçesini konuşmaya devam eder. Dolayısıyla bu kişi yüz, iki yüz, üç yüz yıl boyunca rahat yaşar ve çeşitli ilişkiler bakımından bir 18. Yüzyıl insanı olmaya devam eder ve siyasal açıdan “eşzamansız” bir bilince sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu eşzamansız üstyapı burada modası geçmiş ve tabiri caizse miadı dolmuş altyapıya tekabül eder.
Dolayısıyla siyasal propaganda yapmak istiyorsak –siyasal propagandanın çok gerekli fakat namevcut olduğu Hitler döneminin başındaydık- bu insanlara eşzamansız bir bilincin dili ve perspektifiyle konuşmak lazım. Gazetelerin kötü modern Almancasını konuşan, yabancı terimler kullanan, ukalaca yabancı terimler kullanan, ukalaca cümle yapıları kuran vs. sol partiler bunu bilmiyordu.
Berlin’de iki bin kadar insan alabilen Postdamer Strasse’deki büyük konferans salonunda böyle bir durum hatırlıyorum. Önce bir komünist konuşuyor, sonra da bir Nazi hatip. Nazi hatip “nezaket göstererek” sözü önce “meslektaşı”na –öyle diyordu- bıraktı. Ve bu sonuncusu sürekli tamamen ekonomik kategorilerle ve çeşitli yabancı terimler kullanarak konuşmaya başladı. Her cümlede” ortalama kâr oranı”ndan, “mübadele değeri”nden, “sermaye birikimi”nden bahsediyor ve izleyiciler hiçbir şey anlamadan ağzı bir karış açık dinliyordu. Konuşmasını bitirdi ve çok az kişi alkışladı, hatta neredeyse hiç kimse.
Bir sessizlik oldu, sonra Nazi hatip kürsüye çıkıp şöyle dedi: “Bayanlar ve baylar! Partinin şimdiki ve gelecekteki yoldaşları, ama şimdiden burada olan sizler! Führer haklı olarak, her zaman kapitalizmle Marksizm’in aynı madalyonun iki yüzü olduğunu söylemiştir. Bir kanıt daha gerekiyorsa, benden önceki saygıdeğer konuşması bunu bize sağladı. Aranızdan çoğu, en azından, tüm gün boyunca bürodayken ne yapıyor? Topluyor ve çıkartıyorsunuz, çarpıyor ve bölüyorsunuz (ve burada da ne çok yabancı kelime!), kısacası hayatınızla en ufak bir ilişkisi olmayan hesaplar yapıyorsunuz. Her ikisi de aynı kalıptan çıkmış, kanıtını az önce gördük. Kısa konuşmamın başında bana sağladığınız devasa yardımdan dolayı size teşekkür ederim, değerli halefim.” İyi çalışılmış bir sessizlik ve birden bire adamımız yay gibi geriliyor, kollarını havaya kaldırıyor ve bağırmaya başlıyor: “Ama benim, sizlere karşı gerçekleştirmem gereken üstün bir görevim var”, çınlayan sert bir ses, tanıdık terimler ve elektrik geçmeye başlıyor. Devam etti, Mein Kampf’ı gürültü ve öfkeye tercüme edebildi ve galibiyeti elde eden o oldu çünkü eşzamansızlığı kullanmasını bildi.
Onlarla kendi dillerinde konuştu, hatta belki de lehçelerini kullanmıştır, Berlin gibi büyük bir kentte değiş ama köylerde veya onların konuşma biçimini, olayları görme biçimini kullanmıştır. Eşzamansızlığı anlamak için lehçenin, çocukluk anılarının, az ya da çok demode olmuş imgelerin önemini de anlamak gerekir, onlarla aynı dili konuşabilmek için. Eşzamansızlığın ilk semptomu burada ortaya çıkar.”
Ernst Bloch
Ernst Bloch’la Söyleşiler Michael Löwy Arno Münster Theodor W. Adorno , sf 49-50, Habitus Yayıncılık, 2014