Minibüs Hattı
Kurban bayramı çağrışıyordu, çağrışıyordu ki bunun aylarla alakası yoktu. Bunlar, mesai bitiş saatinde kaptanların başını belaya sokan, ipsiz sapsız, ucu bucağı olmayan yerlerden çıkan köpeklerin kovaladığı taşıtlardı. Bu pis kokuya sahip şeyler. Ucu bucağı olmayan yer tanımı zaten buradan çıkmış gibiydi, zira, hiçbir turist uçaktan indikten sonra Habibler’e gitme planı yapmazdı. Ki ismiyle dahi haşır neşir olsa, Arap Yarımadası’nda sanırdı burayı. Burada, köpekler ve varoşlarla göz teması kurulmamalıdır ve yine köpeklerin de varoşlarıyla tümleşmiş varoşlar açlığa ve susuzluğa -su içeren herhangi bir şeye de- aksiyomlardan elde edilen teoremlerle kanıksattırılmışlardır. Bu yüzden neredeyse tüm gece yarıları ve sabah ayazlarında köpekler de varoşlar da, yani her iki varoş da cesaret doludur. Kaptanların av olma sebebi de bundandır. Normalde, pekala 2000’lerde böyle bir yasak olmuş olsa da, buralar en son uğrayacağı yerdi. Ve bireysel bir taşıtmış gibi evlerde ocaklarda bulunmayan hoparlör takımı bu minibüslerde mevcuttu, ki bu kaptanlar en az köpeklerden ilham almış kadar gerektiğinde trafiğe kızıp kaldırımdan gidecek kadar azıtabiliyorlardı. Nero’dan yapma Veri Disklerini takar, Cengiz Kurtoğlu eşliğinde 10 ve üzeri sporcu tayfası gördüğünde, o yayla hayatındaki büyük memelileri kaçırtacak bir kapışma yapabilirlerdi. Çünkü çok müşteri, zamandan tasarruf ve çok para demekti.
Spor Kompleksi
Doğusu bir koruya inen, güneyi çarpık kentleşmeden dolayı aşınmış, akarsuyun aşındırdığı vadi sanılan, yola yerden 10 m kadar aşağıdan bakan ve yukarısında bulunmasının mutluluğu aşağısını bağlamayan bir arsaya bakıyordu. Yeni yapılmış, tam teçhizatlı bir bina. “Haketmiyorlar,” Bürosu olmayan, BESYO mezunu geçici insanları ağırlayan, seyir koltuklarında spor akademisyenliğinin verdiği cesurlukla koçların, ve yine spordan yoksun kalmamış oldukça fit antranör kadınların ilgisi; çalıştırdıkları öğrencilerde değildi. Zamanında yaktıkları kalori, artık 21. yy’da adı “spor” olması gereken başka bir şey için parselleniyordu; işte böyle, entelektüelce, seyir koltuklarında, zorunlu sohbet zamanları “Mesai saatlerinde”
Bakkal
Yok denecek kadar az, var denecek kadar çoktu. İsim konmaya bile yeltenilmemiş, yol üzeri uğrağıydı. “Bakkal,” Çocuklar için çökelek, büyükler için bereketti. Yorulmuş bir vücudun açlığını bastıracak şeylerin gözüktüsü, büyüklere para kazandırıyordu. Şimdi, minibüs hattından böylemesine topluca inenler olmadığı için, kepenkleri indirip gitme vaktiydi. Akşam üzerileri, şehrin topuk seslerinden, uzun boylu ve yürüyüşleri bile bir başka olan kadınlardan uzak yerdeki bu kel bakkal için mutluluk demekti. Kepengi indirmek için çıktığı demir çıkıntısı, biraz sonrasında kilidini vurduğu mutluluk kıpırtısına dönüşüyordu. Çocukları seviyor, çocukları sevmediği zaman dükkanın başına biraz daha büyümüş bir çocuk emanet ediyordu.
Tribün
Bıçak, sigara ve korku. “Tanışalım,” sevilebilen kıvamda, çocuktan biraz daha büyük, anaç yavrular; tribünde, seyir koltuğundaki seksüel çiftin -antrenörlerin- arkasında kıpır kıpırdı. İzlenmeyi, rezil olmayı, şaha kalkmayı ya da hava atmayı bunlardan öğrenen pek küçük yetişmişti, burada, yeni de olsa, bina. Keşke kumar olsaydı, en azından kendi kendinle alay ederdin. Ama bu, mücadele gerektiriyordu. Emanet lafını yanlış anlayan semt ahalisi, buranın gediklisiydi. Bunlar çocuk değildi, büyük de değildi, bebek hiç değildi. Ama buralarda ele avuca gelecek yeni yetme piliçleri, izleyicilerinden fazla elde etme yetisine sahiplerdi. Bu yüzden, bir dua, yani kumar olma istenci bir bakıma kabul oluyordu. Ama bu hiç de insanın elinde olan bir dua değildi.