Geldik, yaşıyoruz ve teker teker gidiyoruz. Doldur-boşalt döngüsünde binlerce yıldır bu böyle devam ediyor. Tarih başta olmak üzere insanlık mirasını anlatan öğretilerde detaylarına vakıf olmak mümkün. Spartaküs’ün destansı hikayesinden tutun da kast sisteminde sosyo-ekonomik konumlanışını değiştiremeyen kitlelere değin nice detay hem de.
Bizim kuşağın bir hasleti de geçtiğimiz yıllarda, hem de hiç beklenmedik bir zaman ve şartlarda “umut”la tanışması oldu. Ciğerlerimizi bu umudun yakıcı oksijenine biber gazlarını katık edip kocaman kocaman doldurup geleceğe hevesle baktık. Bu topraklarda ve bu zaman diliminde yaşıyor olmamıza deliler gibi şükran duyduk.
Aldığımız tat, her türlü tahakküm ve insanı yapının bir anda nasıl da değişivereceğinden yanaydı. Şaşkınlık kısa sürdü. Hemen sarıldık, sığındık bu değişime. Dimağlarımızda yapabilirliklerimizin heyecanıyla çocukluktan beri dinlediğimiz şarkıya “Bişey yapmalı, Hey” diye ünlenerek katıldık bir anda. Umut başta olmak üzere hayallerimize ve en çok da birbirimize sarıldık, sığındık. Bir arada olmanın keyif ve enerjisiyle bir şeyler yapmak için harekete geçtik.
Değil mi ki özlemlerimiz vardı, isteklerimiz kanımızı kaynatıyordu. Ve deli gibi masal dinlercesine duyup durduğumuz aydınlanma dönemlerinden bir tanesi işte tam karşımızda, burnumuzun dibindeydi. Kendimizden, çevremizden, iş yapma ahlakımızdan başlayarak değişim dedik, dönüşüm dedik. Ciğerlerimiz ilk defa kıvrımlarına ulaşan tazecik havayla şişinip duruyordu. Başımızsa Can Usta’nın ebedi eşlikçisi servi misal esrik salınıp duruyordu. Hülyalıydık, bir aradaydık, günü güne eşitlemeden ziyadeleşmeler peşindeydik.
Ama meğerse iklim bir o kadar da hızlıca tersine dönebiliyormuş. Bizim kuşağın nasibinde aydınlanmasına, kafalarının ve yüreklerinin ayıkmasına sert bir fırtınanın gelip tomurcukları söndürmesi de varmış. Şimdilerde hazan bahçesinde, bu topraklarda bu zaman diliminde yaşıyor olmanın burukluğuyla içimize, muhitlerimize, dar çevrelerimize sığındık kaldık. Bir anda heves ve hayallerden yaşam tarzlarımızın, varoluşumuzun bile idamesine imkan bırakmayan zamanlara savruluverdik.
* * *
İşte tam da bu yüzden umut, inadına ve dolu dolu umut dememiz gerekmez mi? Bu iklimin yeniden değişeceğine, o yaşadığımız aydınlanmanın buğusuna yeniden kendimizi teslim edemez miyiz? Henüz yeni tanıştığın bir insana nasıl da güvenebileceğimizi, kanımızın kaynamasının güzelim muhabbetlere ve ortak iş yapmalara evrilebileceğini ne çabuk unuttuk? Kunduracı Ustası’nın da dediği gibi kriz zamanlarında enseyi karartmak yerine ne yapıyorsak onu en güzelinden ve mükemmelinden yapmaya gayret etmek bize nefes alma imkanı vermez mi?
İşimiz, eğitimimiz, sosyalleşmelerimiz, hobilerimiz, uğraşlarımız… Bunları, iklimin bir daha değişebileceğine, yine yeniden değiştirebileceğimize dair umudumuzu sarsmadan sarılamaz mıyız? Hani bir yandan da temel erdemlere geri dönsek, sevgi, saygı, barış, uhuvvet, muhabbet desek, günümüzü önceki günden ziyade kılmanın peşine düşsek. Bilmiyorum, içimde salt yaşıyor olmaktan yana deli işi bir neşe var, umut var. Heybemde bolca hayallerimin iklimin yeniden bahara dönmesini, dönmesinde vazife icra edebilirliğim varsa ona hazır olmayı bekliyorum. Yüzümde kocaman bir gülümseme yaşam alanlarıma, sorumluluklarıma, meziyet ve meraklarıma özenip onları daha nitelikli kılmaya uğraşıyorum.
Biliyorum. Orada bir yerlerde yaşamın çok daha güzel olduğu bir zaman dilimi var. Az ötemde. Ona ermeyi bekliyorum. Kabuğum belki çok daha sert ama sporlanmamın içerisinde kımıl kımıl o günlere kendimi hazırlıyorum.
Kriz Zamanlarında Aydınlanma yahut Sporlanma
önceki içerik