Eskiden böyle değildi. Youtube’ta mp3 dinlemezdik, video izlerdik. Halk ekmek (İHE) alırken kendi poşedimizi götürürdük, aksi takdirde 15 kuruş poşet parası öderdik. Mahalle bakkalından peyniri, salamı ve sucuğu pakediyle değil 250 gr. gazeteye sarılmış alırdık. Pazar kahvaltılarıyla televizyondaki bilgisayar & otomobil programları ve çatıdan gözüken motocross yarışları trio yapardı. Elektrik direği patlatılmış karanlık sokaktaki lüks arabaların içinde koftiden ayyaş patron bozuntuları değil, şahin tepesinde cümbür cemaat dönen eli tombul efesli, litrelik kolalı ahali vardı.
Misafirlerimiz evden gittiğinde sehpalarda kalan çerez ve bisküviler dünyanın en güzel atıştırmalıkları olurdu. TV dizileri/reklamları filan yine izlenebilir haldeydi. Sınıfı küme halinde oturtan sosyallik aşısını akıtan kravat tutacaklı öğretmenler vardı. Balkon filan vardı, bakınca aşık olabileceğin ve izlemekten sıkılmayacağın belki küçücük ama dünyanı sığdırabileceğin sokak, mahallen vardı. Fenerbahçeli çoğunluk kaldırımları sarı laciverde boyardı ama safi mutluyduk ulan işte onları ezerken. Kanalizasyon kapağıyla o kaldırımların köşesini kale direği yapıp, elektrik direğinin üçüncü gözünü de basket potası ilan ederdik Turka Kola topu için.
Katalitik ve atari sigara yanıklı halının üzerinde ne kadar mutluydular. Asırlık ağaçların boyu kimseyi rahatsız etmezdi. 15 basamaklı dış merdivenleri olan apartımanımızın sol bölmesindeki küçük bahçemsi tat veren bankı söktükleri zaman ve ev sahibi geceleri son girenin dış kapıyı kilitlemesini tembihlediği vakit, sokağımız, mahallemiz ve güzel günler sona erdi. O yüzden biz de göçtük gittik, başka diyarlara. Haritadan bi’ yer beğendik, çok uzaklara.