mustafa berkay ısık
Alaturka tuvalette, çömelmiş bir halde yerde ki ıslak karolara bakarken… Geldim… Aklım birden oturdu ve zonklamaya başladı. Arada piyanonun zenciliği tutan tuşları gibi üzerimden ansızın kalkan ve ben savuran çarpılma; vücudumda bir Hint Kınası gibi sarı ile mor arasında çeşitli grilikler ve etlik ayrımcılıklar bırakmasaydı, kibarlığıma devam edecektim. Halüsinasyonlardan kurtulmak hiçte kolay olmuyordu benim için. O günlerin kirli kalıntısı, baş ağrısı, bedenimde ruhumun varlığını ve tümden eksikliğini anımsatan. Nerden geldiği belirsiz ve olasılıkla flu bir ışığın yer ve zaman algısı gütmeyen karmaşasından gözlerimi kaçıramadığım kara deliğe transferi gerçekleştirirken. Dünyaya; diğerlerinin aşağılık suçlamalarına inat, küçükte olsa katkıda bulundum. Tuvaletin o burgusu, aklımın sarmalından ve düşüncelerimden daha temiz değildi. Maddesel gerçekliğini asla yadsıyamayacakları bir geriye dönüştü, bu! Sapıkça bir duygu gibi gelebilir ama özellikle harabe evlerden, tekinsiz yerlerden ve tuvalet ile banyolardan oldum olası gergin bir haz almaktayım. Bu hissi, Müzeyyen Senar’dan “sevemez kimse seni” adlı şarkıyı dinlerken ya da bir kıza umursamaz tavırlarla aralıklı kur yaparken de hissediyordum. Ve o banyoların anlatılamaz akustiğinde, birer vahiy gibi gelen ve doluşan cümle kalabalıklarında, yağlı bir karanlığı genetik nazar boncuğu gibi taşıyor olmama da anlam veremiyorum. Tüm Halka! Kendimi tanımlamak neden insanlara zor gelir? Madem o kadar güçlü egolarım var ve ilahi hayal güçlerim onları bir Gregor Samsa’dan bir böceğe çevirebildiği halde, onlar bundan hiçbir şekilde memnuniyet duymuyorlar. Kadınlar üzerine çok düşünüyorum. Bu düşünüş, dişil ırkı alakadar kılmıyor belki ama, Adem ve Havva’dan beri dünyada bu kadar dallanma budaklanmanın sebebi olan ben; bu derin anlaşmazlığı çözmekle, mikro kozmik bir iyilik yapabilirim diye düşünmüyor değilim, ölü toprağı serili dünyaya. Geçelim efendim, kadınları arada bir unutmak gerekiyor. Unutalım diyorum ama bu bazı yoldan ebediyen çıkmışların uslarında, eski yunan sefahatlerinden sahneler uyandırmasın! Sonra ağzımı kauçuk bir rahim gibi doğum halinde nasıl esnerse öyle açarak gülüyorum. Zihninize zarar ve zahmet olacak ama tahayyül ediniz. Neden bir denge arayışı içindeyiz? Denge ve uyum aynı şeyler değilmiş gibi geliyor bana ve sözlük anlamlarını önyargıyla lanetliyorum başlangıçta.İnsan soyu; kavga etmek, savaş çıkarmak ve tüm bunlardan ortaya çıkan ter, kan ve gözyaşıyla beslenmekten başka ne yapıyor? Nimet denilen şey bunlar olabilir mi? Sokrates’i seviyorum sanırım bende salt maiotik sorgulamayı ve tahrik edici alayı önceleten bir saygınlığı bulunmakta. İnandığı tanrılar varsa şefaat etsinler. Geçelim efendim bir yerde takılıp kalmak bana göre değil. En azından kurulan cümlenin içinde bile klostrofobi duymama neden olan bu dip huzursuzluk çöreklenmiş gitmek bilmiyor. Sırf şunu bertaraf edebilmek için tüm Camus’ü okumak durumunda kaldım. İsyan etmek bana çok yakın bunun farkındayım ve yeni bir şey öğrenmiş gibi sevinç duyduğumu söylüyor sol kulağıma fısıldayan rüzgar cinleri. Kader denilen gereksizlik harikası olgu, şans gezegenim Jüpiter’e inat, üstümde bir İrlanda havası estiriyor… Bulutlar, yerin esneyen ve uyku getiren koyuluğunun pigmentlerini sis vasıtasıyla çalıyor. Yosunlu gözleriyle melankolik çayırlara bakıyor, taş duvarların zindeliğini yitirmiş hayaletleri. yap-boz’u darmadağın eden benim. Bu huysuzluğumu bir kaç kişiye ekol olana kadar devam ettireceğim. Önümüzde, siz oyalanın, bir şeyler yapın ama eninde sonunda sizin canınıza okuyacağım diyen bir sistem yerleştirilmiş.Adım muhalife çıkmış, bana ne! Kendime bile kafa tutan çoğul ben; nasıl olursa insanların adaletiyle, biricik asil kefemin tartısını onların çıkarlarına göre bozabilirim? Boynu güzellere idam bir önerme midir? Öyleyse ne güzel bir önermedir, boynu güzellerin onurlu idamı?