Yeter.
Köleleştirmeyin beni artık başkalarının hayatları için.
Kendi hayatımı yaşamak istiyorum artık; tıpkı hiç kimse gibi.
Çekip almaya çalışmayın sakın beni boynumdaki idam ipinden, gözümü
kırpmaksızın bir tekme de size sallarım.
Beni alıp da nereye koyacaksınız, söyleyin.
Herkesle aynı kefeye koyamaz beni kimse, onlar ateş ilan ettiyse
kendilerini, ben de okyanuslardaki suyum.
Ateşin önüne suyla geçebilirsiniz. (bakın önünüze -hem de tek başıma-
geçtim bile!)
Ama suyun önüne neyle geçeceksiniz?
Eşitliği kabul etmiyorum sizinle asla; benden daha aşağı olan sizi ne
diye yukarı çıkarayım?
Sizden yukarı olan beni niye aşağı indireyim?
Ben size karşı isyanın gönderdeki kara bayrağıyım.
Beni indirmeye teşebbüs dahi etmeye hakkınız yokken, kirli
rüzgârlarınızla dalgalandırmanıza da o kadar hakkınız yok!
Beni dalgalandırırsanız yine sizin tutsağınız olurum.
Ve siz buna bir de özgürlük adını verirsiniz utanmadan.
Özgürlüğe de beni tutsak edemezsiniz asla.
Özgürlüğün dikenli yatağında bir gece dahi olsa yatmam.
Beni özgürleştirdiğiniz an tutsaklıktan yoksun kalmış olurum.
Böyle saçma şey mi olur?
Kaos.
Aradığım şeye verdiğiniz ad.
Sınırsızlığımı dört harfe sığdıracak kadar da alçaksınız.
Kaosa beni sürüklerseniz, huzurdan mahrum kalacağım sanırsınız hep.
Bu yüzden de kılınızı kıpırdatmazsınız.
Oysa huzur kaosun kendisindedir.
Sizin kaosunuz benim huzurumdur.
Sizin huzur dediğiniz aslında yaşadığınız karmaşadır.
Dikte etmeyin artık bana hiçbir şeyi.
Bana düzeni de düzensizliği de dikte etmeyin.
Yalnız bırakın beni.
Yalnızlığın diktesi olamaz, yokluğun diktesi olamaz.
İşte o zaman her tür kavramın gururlu pelerinini giyip kendi kendime
istediğim düzeni kurarım.
Siz var olduğunuz sürece benim düzensizliğim anlam kazanamayacak.
Ben var olduğum sürece sizin düzeniniz kusursuzlaşamayacak.
Ancak tek başıma kaldığım zaman kaosu ve anarşiyi kabullenirim.
Bu günden sonra size en kanlı savaş çığlığı: Yaşasın kaos!