Tuba Gültekin
1.90 küsür boyunda, hiç tahmin yeteneğim olmadığından bilmem kaç kilo civarında, neticede şişman mı şişman bir kadındı.
Depresyon şişmana yakışmaz. Sylvia Plath, Kafka, otobüse binerken Beşiktaş’ta gördüğüm kadınlar, hepsi depresyona yakışır inceliktedir. Onun gibisini bir tımarhanede görünce bambaşka psikotik durumlar akla gelir ama depresyon gelmez. Depresyon, etli butlu, kırmızı yanaklı, 1.90 boyunda olmaz. Böylesine ancak Guguk Kuşu’ndaki Chief’te rastlanır. Chief’in nesinin olduğunu ise henüz çözebilmiş değilim.
Ona bakarken “Neden buradasınız?”vari talihe dair bir soru sorma gafletinde bulundum. O ise bana, tarif edilemez o hali anlatmak için, sevimli Ege şivesiyle tarifsiz bir tanımla karşılık verdi:
– Bi durgunlukh vaaa…!
Gerçekten en doğru , en naif tanım da buydu: Bir durgunlukh vaa idi. Sebebi ne olursa olsun, o halde, o duruşta, o sessizlikte, o zoraki gülümseyiş, “hiç güleceğim yoktu’ gülüşünde bir durgunlukh vaa idi. Aynı halde, aynı durgunlukh içinde , hiç güleceğim yokken kahkahayı bastım! İçimden tabi..
– Peki…Ne zamandır…dedim, cümleyi tamamlamama izin vermeyen bir durgunlukla… Durgun kahkahamı canlandıran yanıt şu şekildeydi:
– Ne bilem? Yirmi yıldır bi durgunlukh vaa…!
Trajikomik durumlarda, en durgun hallerde bile komikten yana seçim yapan mizah duygum ağır basmıştı yine. 20 yıldır bir durgunluk vaaa idi! Düşünebiliyor musunuz? 20 yıl! Ben 3-5 aylık bir durgunluğun kahrını çekemeden “Yar bana bir medet!” diye koşturmaya çoktan başlamışken, onda 20 yıllık bir durgunlukh vaa idi!
Durdum.
Günler sonra, kendisi gibi durgunluğun içinde yeni görüntüler arayan biriyle geçen diyalogtan haberdar oldum.
– X, sen de görüyomuşun, öyle mi?
– (X, Derin bir durgunluk içinde, yalnız kafa sallayabilir.)
– Ölü mü, diri mi?
Hikaye gittikçe sarpa sarıyordu. O durgunluğun içinde bir ölüyle muhatap oluyordu! “The Shining”in Jack Nicholson’ı, “Shutter Island”ın Leonardo’su değildi. O devasa cüssesi, sevimli Ege şivesiyle o da “görüyordu.'” Hiç tahmin edemezdiniz. Ama durgunlukh un yanında bir de “canı çıkasıca, tanımam etmem” dediği, artık hayatta olmayan birinin imgesiyle cebelleşiyordu. İkili bir sohbette anlatmıştı bana bunu.
Yıllar önce bir kez gördüğü, ölmüş bir kadının canı çıkasıca tanımadığı etmediği hayaliyle yaşıyordu.
Durdum. Kendi durgunluğumun halsiz hatırsız, insansız canı çıkasıca sessizliğiyle durmaya devam ettim.
Depresyon şişmana yakışmaz. Sylvia Plath, Kafka, otobüse binerken Beşiktaş’ta gördüğüm kadınlar, hepsi depresyona yakışır inceliktedir. Onun gibisini bir tımarhanede görünce bambaşka psikotik durumlar akla gelir ama depresyon gelmez. Depresyon, etli butlu, kırmızı yanaklı, 1.90 boyunda olmaz. Böylesine ancak Guguk Kuşu’ndaki Chief’te rastlanır. Chief’in nesinin olduğunu ise henüz çözebilmiş değilim.
Ona bakarken “Neden buradasınız?”vari talihe dair bir soru sorma gafletinde bulundum. O ise bana, tarif edilemez o hali anlatmak için, sevimli Ege şivesiyle tarifsiz bir tanımla karşılık verdi:
– Bi durgunlukh vaaa…!
Gerçekten en doğru , en naif tanım da buydu: Bir durgunlukh vaa idi. Sebebi ne olursa olsun, o halde, o duruşta, o sessizlikte, o zoraki gülümseyiş, “hiç güleceğim yoktu’ gülüşünde bir durgunlukh vaa idi. Aynı halde, aynı durgunlukh içinde , hiç güleceğim yokken kahkahayı bastım! İçimden tabi..
– Peki…Ne zamandır…dedim, cümleyi tamamlamama izin vermeyen bir durgunlukla… Durgun kahkahamı canlandıran yanıt şu şekildeydi:
– Ne bilem? Yirmi yıldır bi durgunlukh vaa…!
Trajikomik durumlarda, en durgun hallerde bile komikten yana seçim yapan mizah duygum ağır basmıştı yine. 20 yıldır bir durgunluk vaaa idi! Düşünebiliyor musunuz? 20 yıl! Ben 3-5 aylık bir durgunluğun kahrını çekemeden “Yar bana bir medet!” diye koşturmaya çoktan başlamışken, onda 20 yıllık bir durgunlukh vaa idi!
Durdum.
Günler sonra, kendisi gibi durgunluğun içinde yeni görüntüler arayan biriyle geçen diyalogtan haberdar oldum.
– X, sen de görüyomuşun, öyle mi?
– (X, Derin bir durgunluk içinde, yalnız kafa sallayabilir.)
– Ölü mü, diri mi?
Hikaye gittikçe sarpa sarıyordu. O durgunluğun içinde bir ölüyle muhatap oluyordu! “The Shining”in Jack Nicholson’ı, “Shutter Island”ın Leonardo’su değildi. O devasa cüssesi, sevimli Ege şivesiyle o da “görüyordu.'” Hiç tahmin edemezdiniz. Ama durgunlukh un yanında bir de “canı çıkasıca, tanımam etmem” dediği, artık hayatta olmayan birinin imgesiyle cebelleşiyordu. İkili bir sohbette anlatmıştı bana bunu.
Yıllar önce bir kez gördüğü, ölmüş bir kadının canı çıkasıca tanımadığı etmediği hayaliyle yaşıyordu.
Durdum. Kendi durgunluğumun halsiz hatırsız, insansız canı çıkasıca sessizliğiyle durmaya devam ettim.