Aşkın Yücel
O güzel çocukluk uykusunda lezzetli kulak memelerini ısırmak için köşe kapmaca oynayan kör fareleri hiç görmemişti ve güne başladığı kahvaltısında her zaman iki çeşit peynir var olagelmişti.
“Olasılık” dedi, yalnızca öğrencilerin ve sinyal yapıp para toplayabilmiş alkoliklerin uğradığı meyhaneye buz istemek için girdiğinde kapıya en yakın masada yalnız oturan kasketli adam. Kapının gıcırtısı durdu ve herkesin bir anlığına sustu. Duyulan yalnızca “Olasılık”tı.
Öğleden sonra yaklaştığında gazetelere göz atmayı bitirmiş ve günlük film seansına başlamıştı. Filmlerin en sevdiği yönü onu farklı bir zamana taşımasıydı. Kendisini filmdeki karakterlerle özdeşleştirir; böylece geçmişinde hiç yaşamadığı duyguları yaşamaya çalışırdı. Ne zaman ki filmin final müziği çalmaya başlasın, hemen projeksiyonu kapatır ve kendini oyalayacak başka bir düşünce peşine düşerdi. Beş duyuyla algılanabilir olan bir isteğini karşılayamadığı hiçbir durumu yaşamamıştı. Bu yüzden açlığı, sefaleti anlatan filmleri yeğlerdi.
Doğruca meyhaneciye yürüdü. Yeniden homurdanmalar başlamıştı. Meyhaneci kendine doğru gelen bu genci iyice süzdü. Bu meyhaneye gelenlerden farklı bir duruşu vardı ama onlara o kadar da uzak değildi. Meyhanecinin karşısında durdu. “Buz var mı? Çok az olsa da olur.” Kısa ve net istek karşısında bir süre duraksayan meyhaneci tezgâhın hemen arkasındaki mutfağa yöneldi. Alttan ve üstten boşlukları olan ve itince ortadan açılan yaylı kapının alt tarafından meyhanecinin ayakları gözüküyordu. Genç, ayak hareketlerinden içeride buz olduğunu ama alıp alamayacağının kesin olmadığını çıkardı. Bu yüzden cebinde bol miktarda bulunan bozuk paraları şakırdatmaya başladı.
“Olasılık” dedi, yalnızca öğrencilerin ve sinyal yapıp para toplayabilmiş alkoliklerin uğradığı meyhaneye buz istemek için girdiğinde kapıya en yakın masada yalnız oturan kasketli adam. Kapının gıcırtısı durdu ve herkesin bir anlığına sustu. Duyulan yalnızca “Olasılık”tı.
Öğleden sonra yaklaştığında gazetelere göz atmayı bitirmiş ve günlük film seansına başlamıştı. Filmlerin en sevdiği yönü onu farklı bir zamana taşımasıydı. Kendisini filmdeki karakterlerle özdeşleştirir; böylece geçmişinde hiç yaşamadığı duyguları yaşamaya çalışırdı. Ne zaman ki filmin final müziği çalmaya başlasın, hemen projeksiyonu kapatır ve kendini oyalayacak başka bir düşünce peşine düşerdi. Beş duyuyla algılanabilir olan bir isteğini karşılayamadığı hiçbir durumu yaşamamıştı. Bu yüzden açlığı, sefaleti anlatan filmleri yeğlerdi.
Doğruca meyhaneciye yürüdü. Yeniden homurdanmalar başlamıştı. Meyhaneci kendine doğru gelen bu genci iyice süzdü. Bu meyhaneye gelenlerden farklı bir duruşu vardı ama onlara o kadar da uzak değildi. Meyhanecinin karşısında durdu. “Buz var mı? Çok az olsa da olur.” Kısa ve net istek karşısında bir süre duraksayan meyhaneci tezgâhın hemen arkasındaki mutfağa yöneldi. Alttan ve üstten boşlukları olan ve itince ortadan açılan yaylı kapının alt tarafından meyhanecinin ayakları gözüküyordu. Genç, ayak hareketlerinden içeride buz olduğunu ama alıp alamayacağının kesin olmadığını çıkardı. Bu yüzden cebinde bol miktarda bulunan bozuk paraları şakırdatmaya başladı.
Elinde kâğıt mendil paketinin içinde üç beş buzla meyhaneci geldi. Bozuk parayı uzattı. Meyhaneci “Gerekmez” dedi. Kapıdan çıkarken masada yalnız oturan kasketli adam kendi kendine söylenir gibi “Yüzde seksen üç nokta altı” dedi. Kapıyı kapadı ve doğruca eve yöneldi.