Başka bir adla uyandığı şehrin meydanında uçuşan, sararmış yapraklar ve henüz başlamamış olan yağmurun verdiği tedirginliği yaşayan kediler vardı. Sığınacak bir yer ve sığındıkları yerde ya rahat bir uyku ya da bu yerden gelişmekte olan olayları izlemek istiyorlardı. Şehrin ışıklarının bu kötürüm yandıkları saatlerde; tren garı, bekleme salonunda uyuyanları çıkartma görevini üstlenmiş görevlinin zalim sesiyle yankılanıyordu.
Uyandı. Hiç kimsenin adını bile bilmediği bu şehirde tahta döşemelerinin gıcırdamasıyla ünlü otel odasında uyandı, oda da bulunan bordo ve ağır perdelere göz gezdirdikten sonra banyoya seğirtti. Aynaya bakmadan yüzünü yıkadıktan sonra doğrudan yatağa uzandı. Saatli maarif takvimini son gördüğü günü anımsamaya çalıştı ve aynayı yapan ustanın ve diğer herkesin aynaya baktıklarında kalan suretlerinin betimlendiği o mekanı…
Susadı. Bir yalnızlık perisinin ona seslenişini duydu. Periyi bir sinek gibi öldürme isteğiyle dolup taştı. Merdivenler, sarmal merdivenler… Yalnızca çıktı. Yürüdü, şehrin meydanı açık griden koyu griye doğru yol almıştı ve yağmurla ve havanın kararmasıyla ve onun yürümesiyle git gide kararıyordu. Bu şehrin ölüleri acaba ne kadardır uyumuyorlardı?
Sustu. Sonunda yıllar boyu hiç yakasını bırakmamış olan bu ses sustu. Senkron bir halde zihninde yankılanan müzik sustu. Peri sustu. Perdeler sustu. Kediler sustu. Görevli sustu. Başkası konuşmaya başladı. Ne yaşadığın bu zindan ne de hiç uyumadığın o yatak, ayna kadar anlamsız değil!
Bordo perde açıldığında pencerelerin açık olduğu yağmurun şiddetini iyice arttırdığını gördü. Çok uzakta iki kedi demir bir çöp kovasının altından şehri seyre dalmıştı. Neydi ve ne zamandır burada bu perdenin arkasında hiç tanımadığı insanlara anlatabileceklerini anlatıyordu? Sonunda onun bu yalnızlığına ve başka bir adla uyanmasına yani hastalığına özenenlere şunu anlatmayı başarmıştı. Acılar, uzaktan göründüğü gibi değildir!
Barda, müzik sesi oldukça yüksekti ve geçici duyma bozukluklarına dair bir uyarı da yapılmamıştı. Kalabalıktan dolayı içerde yürümek mümkün değildi. Bu şehir korsanların şehriydi! Şehrin meydanının hemen ilerisinde okyanusu iç denize bağlayan bir kanal mevcuttu. Bu kanalda artık hiç balık yaşamıyordu. Otelin hemen arkasında bulunan şehrin en yüksek noktasında kayalar ve bu kayaların üzerinde üşüyerek bir sonraki günü bekleyen iki adamın konuşması da şu cümleyi içeriyordu ve tüm bu cümleyi bize rüzgar iletti: “Ne zaman bir bütüne doğru yol olsam; o yoldan buldozerler geçiyor!”
Üst üste üç defa hapşırdı. Pencereyi kapadı, perdeyi kapadı, banyoda açık unuttuğu suyu kapadı. Kapıyı açtı!
Barmene doğru bir kart uzatıp:
“Burada olmanın bedeli nedir?” diye sordu!
“Zaman” diye cevap aldı!
Dans eden korsanlardan birine yaklaştı, omzuna dokundu, korsan onun gözlerinin içine baktığında öpüşen bir çifte bakıp, ona sarıldı. Ne olduğunu idrak etmekte güçlük çeken korsanın tek gözünden üç damla gözyaşı barın tahta döşemelerinin arasından yağmurdan kaçıp sığındığı yerde uyumakta olan kedinin gözlerine damladı. Kedi uyandı! Esnedi. Gerindi.
Yerle bir olmuş şehrin kalıntıları arasında lanet arayan biri vardı. Çok sinirliydi. Durmadan küfürler savurup o göz göze geldiği andaki yıkımı unutmaya çalışıyordu. Süsler ve vitrin ışıkları anlamsızdı. Göz kamaştıran ne varsa yalnızca kısmen aydınlatıyordu. Kötü kokan bu şehrin sokaklarında yürümekte olan binlerce on binlerce ve milyonlarca yarılı ruhun ancak yarısını sarabildiği tütünüyle selamlanışını izlemek onun için bir yıkımdı. İzlemek en son yapmak istediği eylemdi. Ne olursa olsun, başka bir adla uyandığı bu şehrin meydanında bir heykel, heykelin karşısında bir eczane bulunmamalıydı. İlaçlarını almayı unuttuğu bu eczane hiç bir zaman başka bir şehir olamadı ve ne de…