Ömür Özçetin – omurozcetin@hotmail.com
En önemlisi şuydu:
eğer mümkünse biraz eğil bak!
Morgda ölü giydirici ya da sevici
gibi çok yakınlık kurduğum ve
pik demirleri, kauçukları yaladığım
nazik, kırılgan, kuyruklu bir hayvan olarak dolaştığım
bu sokak, bu mor bu kesik bu ayarı bozuk saat;
ama örgütlenen
aşırı nüfus etmiş
üslubu boş bira şişeleri edasıyla dağılırken
öpüp başımın üstüne koyduğum bu gece;
belki de devletlerden birine kaydımı yenilerim
maksadını aşan bir rüzgar üstümü arar
aklımdan geçen ciddi şeyler pul olur dökülür
bir şüphe parantez içinde kalbimi didikler durur
fakir amin misali bir küfür yüzümden okunur
belki de kalkar tanrının bilmediği isli bir dua ile,
beni anımsa
sana gelirim
diye kelepçelenmiş bir neşe bana çok dokunur;
dokundukça ağlarım astarıyla tehlikeli bir büyücünün eteğine
çekildikçe kendi ipiyle gerilmiş kör bir kuyunun dibine
hiç değilse ay tutulur, gök sökülür ansızın yağmurlar
yağarken kalkar güzel uykusundan kirli bir melek,
siktir et
gözüyle arıyordum zaten ben de çalıntı bir araba gibi
plakasız, kimliksiz dolaşırken meyhane önlerinde
şehrin en işlek yerine işemiş sahte bakirelerle
örneğin, meydanlarda kutsal ruh bankası afişleri
adına saçmalarken tüylenmiş siyasetin emdiği meme
başına düşen ışık oyunları kadar kırılacak değilim
değil mi ki o kuş uçsa bütün heykeller omuz silker
birazdan bir halk otobüsü ayaklanır gelir gelişigüzel
değişir yer altı sularıyla ıslanmış bütün renkler
ben böyle çok üzülürken gökyüzü büzülür yıldızlar
ben taşa çıkarım
güneş kaldırıma çıkar
kaldırım taşa
sevgilim
beni bağışla!