Tolga Tuna
Şipoviç bir şubat sabahı kardeşini vurduktan sonra tundraya kaçtı.Otuz yedi günün sonunda yanıma geldiğinde arındığından bahsediyordu.Ben,saçlarının kokusuna henüz bağlandığım kadının gidişine ağıtlar yaktığım zamanlarımı yaşıyordum.Şipoviç,beni bağışlandığı kuzey ormanlarına götüreceğini söyledi.itiraz etmedim.
İnsan ırkının doğduğu şehri terk etmesi garip tecrübedir.Zihnimiz,hissimizde dönüş ihtimaline yer vermez.Evden uzakta geçirdiğiniz yeni gecelerin ani uyanışlarındaki garipliği yaşamak yabancılığın şartıdır.Yabancılığımıza inandığımız o zamanlarda,soğuk ve tozlu şehre ulaştık.Boğuk bir bürokrasi mabedinde,resmiyetin soluğunu göğüsleyip Mikhail İvanov’un odasına girdik.İvanov,ifadesiz ve nasırlı suratına hiç bir anlam yüklemeden bizi reddetti.Şipoviç,asilere layık bir teşebbüsle karşı çıktı:
-Yoldaş Seyidev,sizin bize yardımcı olacağınızı söylemişti!
İvanov’un bembeyaz yüzünde,pek acayip sözler duyan memurlarınkini andıran bir ifade oluştu:
-Seyidev iki hafta önce hain ilan edilip asıldı.
Bütün beynim,vücuduma yetemeyip uyuştu.Şipoviç ağlayan sesiyle çınladı:
-Siz yoldaş! Yanıldınız!
Şehrin eski istasyonunda,donmuş trenin dibinde bir şamanla tanıştım.Beni kurtaracağına söz verdi.Tütsü kokulu,loş evinde üç gece kaldım.Fakat şaman,ruhumu bulamadı.
Tekrar yola çıktık.Varacağımız yerde bir daha hiç içemeyecekmişiz gibi bütün tütünü sardık.Tundra,yıkılmış,heyecansız akan kanı kalbinde duraksamayan yeni zamanın ihtiyarlarını ve bizi,tabiatı örten nefesiyle sarmaya hazırdı.Fısıldıyordu.
Tundranın ciğerlerimi yakan soğuğunda,çekilmiş derimi karla ovarak ilerledim.Kanımın çekilmesinden ve Şipoviç’in gözlerinin küçülmesinden anladığım kadarıyla,dünyanın sonsuz uçurumu barındıran uç noktasına vardık.Önümüzde karaltılar halinde yükselen köyü geçtiğimiz an evrenin boşluğuna düşecektik.Emindim.Köyün,kar fırtınasından kesik kesik görünen,donmuş topraktan sokaklarında kimse yoktu.Sadece bir bacağı kasıktan kesilmiş genç adam,tam meydanda bastonlarına dayanıyordu.Bizi evine götürdü.Her gece uyanışında,olmayan bacağını yerinde görememenin aniliğinden bunalıyormuş.Her gün aynı yabancılığı yaşamasına neden olan barut, öfkeli babamız devletin,aşarı çocuğu orduya aitmiş.O öyle söyledi.
Henüz,sabah,aydınlığına ulaşmadan yola çıktık.Daha da kuzeye doğru,boşluğun sırrına ermek arzusuyla yürüdük.Fakat şaşkınlığın ürpertici etkiyle sarsıldık.Fırtına birden dinince iyice küçülen gözlerimiz,çiy kaplı ,yemyeşil bir çayırın parıltısıyla kamaştı.Tek beyaz tane kalmamıştı.Halbuki sadece fırtına dinmişti.Fakat anlamak zor değil.Dünyanın işleyen düzenine küfrettik,hepsini reddettik.İnadına kuzeye kaçtık.Alnımız parçalandı yine de durmadık.Tüm bunları hatırlayınca çayırdan ürkmeye başladık.Acele ile karşımıza tel duvarlar çıktı: -ASKERİ ALAN-
Sonrası karanlık.Nasıl sarhoş olduk bilmiyorum.Neler yaşadığımızı hatırlamıyorum.Saatlerin zapt edemediği tanımlara göre içinde bulunduğum zaman dahilinde,devasa bir kalenin aydınlık zindanındaydım.Alabildiğine yüksek,alabildiğine geniş ,penceresiz ama aydınlık zindanda,ben Şipoviç ve daha bir sürü esir,çırılçıplak bekliyorduk.Esirlerin çoğu,elleriyle olabildiğince çok yerini kapamaya çalışıyordu.Şipoviç ise yüzüme dahi bakamıyordu.Zindan,yağlı ve küflü mermerlerle kaplı.Zindanın diğer ucunda,uzun boylu bir adamın zıplayarak erişebileceği yükseklikte korkuluksuz bir balkon uzanıyor.Oysa hepimiz ufak tefek insanlarız.Hepimiz öksüren insanlarız.Balkonun diğer ucu kapısız bir odaya açılıyor.Şipoviç,ben ve bir kaç esir,hiç konuşmadan,odayı rahatça görebileceğimiz alana yürüdük.Odayı,ayrıntılarıyla görebiliyorduk.Koyu renkli temiz kumaşlarla dolu görkemli bir yatakta despot,bir kadınla sevişiyordu.Birazdan tırnağıyla yırttığı yerden sıcak kanımızı fışkırtacak adam,sıcacık odada bembeyaz bir kadını gülmekten kendini kaybedeceği alemlere karşılıyordu. Bizim izlediğimizi biliyor olmalıydı.Bu,ölümümü zorlaştıracak mı bilemiyordum.Şipoviç hala yüzüme bakmıyordu.Alışıldık keyifleri gıdıklayacak etkideki hafif klasik müzik bize vahşeti çınlatıyordu.Katilimiz hala kadınını zarif hareketlerle seviyor,ben ise gittikçe daha çok üşüyordum.
Bir anda kalbim,damarlarıma taşıyamayacağı ağırlıkta irin pompaladı.Çıldırıyor olduğumu fark ettim.Yakın zamanlarda,zarif kadınımın iklimindeyken unuttuğum tüm öfkem bedenime doldu.Çok meseleler hatırladım.
Bütün yeni zaman piçleri,bütün soğuk demir yetkilerinin sahipleri,bütün kaldırım orospuları,bütün tuvalet sürüngenleri,bütün kötü niyetli orta yaş kadınları,bütün tahta masalar,bütün küfretmeyen gamsız piçler hepsi tam karşıma dikilmeliydi! Derhal! Vücudumu biraz da olsa canlandıran tüm öfkem,beni çıldırmaya teşvik ediyordu.Bilincim biraz yerleşince,aceleyle gücümü toplayıp Şipoviç’e vurdum.Beni tutmasın diye.Koşabileyim diye.En azından bir şerefsizi alnından vurabileyim diye.
Hareket etmesem ölecektim.Balkonun altına koştum ve zıpladım.Öyle hoyrat zıpladım ki iki ayağımın üstüne düşemedim.Koşarak geri döndüm.Bir esiri tüm coşkumla yumruklamaya başladım.Tepki vermiyordu.Burnumu burnuna bastırdım:
– Beni sırtına al.Sakın devrilme.Ayağımla omuzlarına basacağım.
Hiçbir tepki vermedi.Sırtına çıktım,ayaklarımı koydum.Yalpaladım ama düşmedim.Adam ayağa kalktı ve zıpladım.Parmaklıksız balkona tutundum,kendimi yukarı çektim.Despot,beyaz kadını öpmeye devam ediyordu.Beni duymamasına imkan yoktu halbuki.Yaklaştım.Yatağa bir adım kala durdum.Bu bir çeşit rüya mıydı! Oysa kokularını duyabiliyordum.Hemen aşağıdaki küf kokusundan eser yoktu.Daha ziyade yanık kokuyordu.Despot,antik Romalı bir aziz gibiydi.Çınlayıp duran ses,kutsal müzik vasfına ulaşıyordu.Kafamı aynaya çevirdim.Despotun,aynanın önüne çıkardığı pantolonuna ve kemerine baktım.Kemeri söktüm.Despot hala öpüşüyordu.Üzerine çullandım! Sıcağını hissettim: Gerçekti! Çırpınmaya başladı ama kemeri çoktan boynuna dolamıştım.Sıktım.Vahşi bir hırs ile daralttığım boğazından sıyrılabilen küçük hırıltılar,çırpınan bedeninin son takati gibiydi.O arada hiç kıpırdamayan kadının bakışlarını yakaladım.Çok davetkardı.Hiç paniklememişti.Kemeri derhal gevşettim.Despot,olduğu yere çöktü,sonra kendini yataktan atıp nefes almak için çırpınmaya başladı.Kadına yaklaştım.Uyuşturucu etkisinde kokuyordu.Başım delice dönüyordu.Bilinmeyen bir efsunun etkisindeydim.Kadının burnunun ucu pembeleşmişti ve dudakları da küçücük burnunun tonunda pembeydi.Saçları sarının en açık tonundaydı.Öyle ki beyazla ayırt edilemezdi.Gözleri parlak cam mavisiydi.Ama kadın,insanüstü uzuvlarının birleşiminden daha fazlasıydı.Tinsel belirsizlikle yüklüydü. Çıplak vücuduma değen çıplak vücudunun sıcağı her saniye öfkemi emiyordu.Hissediyordum.Saçlarının arasında ensesini buldum.Kendime çektim.Hiç tepki vermiyordu.Sadece ömrüm boyunca kölesi olmayı kabul edebileceğim şahikayla gülümsüyordu.Fakat,zihnimi,üstün bir varlığa teslim etmemi engelleyen ‘başka’lar vardı.Sonra anlayıverdim; gayet sıradan mahluklara ulviyet yükleme sanatına ehil olunca yani aşık olma çaresizliğine ulaşınca,zihnimizde,kainatın mükemmellikleri kurban ediliyor.Kollarımın arasında,evrenin en karşı konulmaz yaratıklarından biri gözlerime gülümsüyor.Yanımda hala nefes alabilmek için kıvranan bir despot var.Beyaz kadın,kendini bana sunuyor.Ben başka birinin,gayet alışıldık başka bir kadının tesirini şu dakikada dahi hissediyorum.Beyaz,beni kandırdığını sanıyor.Despot ağır ağır doğruluyor.Müzik,en ağır cinayet konçertosuna başlıyor.Kemeri ,kadının,elimdeki ensesine,saniyenin aniliğinde bağlıyorum.Beyaz kadın,şaşırmanın en ağır evrelerini yaşıyor.Bu sefer ben gülümsüyorum.Kemeri sertçe sıkıyorum.Boynu anında kopuveriyor.Kafasından ve gövdesinden kuş boku akıyor.Despot,kendini yere bırakıyor.Tırmalayan bir tizlikle,acı dolu bağırıyor.Evrenin tüm gerçeğini zapt etmenin sarhoşluğunu tadıyorum.Bir yenilmiş olarak geldiğim bu zindanda evreni zapt etmiş olarak ölmek istiyorum.Yerde yatan despot,soğuk: o da ölmüş.Evrenden tek bir isteğim kaldı:filtresiz sigara.Zaman,saatlerin hükmünden çıktı.Yataktaki kafada,bir ölü suratında korkunç duran ifadelerden var.Ruhunun son çırpıntısından kalma bir ifade.Kaşları,şaşkınlığın tesiriyle kasılı kalmış;dudaklarında,sebep aramaksızın ürküten dehşet gülümsemesi var.
Aynı kemeri balkondan,Şipoviçe uzatıyorum.Tek hamlede onu da bu kanın içine çekiyorum.Şipoviç’in gözleri dehşetle açılmış,bir sallanma nöbeti etkisinde,sayıklıyor.Dua okur gibi.Odanın diğer kapısından,hiç konuşmadan çıkıyoruz.Koridorda arkama bakıyorum.Şipoviç,koşmaya çalışan topallar gibi sekiyor.Kimse bize mani olmuyor ancak etraftaki,her yerdeki,ağır mistik koku kayboluyor.Her şey maddeye iniyor.Madde,artık çıplak gözle görebildiğim ışıklı parçacıklara dönüşüyor.Şiirsel afyon uykularının bitiminde karşıma dikilen,kuru,şekilsiz,tatsız dünya yaşamını mı buluyorum,kan rengi yosun kaplı kale koridorunda.Hissedebilme yetimin merkezine bir çeşit katalepsi nöbeti tesir ediyor gibi.Büyük dış kapıyı açıyorum.Karşımda uzun sakallı,esmer bir adam buluyorum.Sebepsiz ve ölçüsüz şaşırıyorum.Beyaz kadının şaşkınlığını unutturacak cinsten şaşkınlığım.Şipoviç’e dönüyorum: elinde silah var! Şakağıma dayanmış.O an Şipoviç’in,aşağıdan beyaz kadına nasıl baktığını hatırlıyorum.Beyaz kadının sessizliğine yüklediklerini buluyorum.Şipoviç’in elinde silah var.Şakağıma dayanmış.Nokta.