DasKelesch – o.keles@windowslive.com
Şehrinin en kalabalık caddesinde yürürsün. Herkesin başı önünde, kafalarda binbir türlü düşünce… Hızlı bir tempoda yürüyen insanlar… İşine yetişmek için, sevgilisiyle planladıkları randevuya yetişmek için, birilerinin derdine deva olmak için vs. Bir amaç uğruna herkes yürümekte. Senin de onlardan farkın olmadığını hissedersin; aldırmadan yürürsün. Bir anda o tiz sesi duyarsın: ”fühüüüüüyt!!!”.Bu bir düdük sesi. Bu sese eşlik eden kahkaha sesleri gelir ardından. Bakarsın, oksidan ile saçının tam ortasını sarartmış, Tarık Mengüç’e benzemesine rağmen kendini oldukça karizmatik hisseden; saçları iyice seyrelmiş oldukça kilolu; saçlarını uzatınca büyük olasılıkla entellektüel ve karizmatik olduğunu düşünen fakat oldukça çirkin olan; yaklaşık 29,5 kilo ağırlığında olduğunu tahmin ettiğin ve genç yaşta devlet memuru olmanın vermiş olduğu ağırlığı kaldırmaya çalışan şen şakrak gençleri görürsün. Kendileriyle oldukça barışıklar; belki ne durumda olduklarını bilmiyorlar ya da bildikleri halde özgüvenleri var. Caddenin bu monotonluğuna inat, hayatın onlara yüklemiş olduğu “sıradan olun!” emrine inat marjinal kalıyorlar.
Daha on metre evvelki bakkaldan ucuz dondurmalar almışlar. Dondurmalar mı yoksa muhabbetleri mi onları bu kadar şen kıldı? Caddenin sıradanlığı, bu ayrıntıları düşünmene sebep olur. Biten dondurma çubukları meğersem birer düdükmüş. Bir düdüğün sesi bir insanı bu kadar mutlu edebilir mi?
Şu bir gerçektir ki, mutlu insanlar her zaman kıskanılır. Nerede mutlu bir insan varsa neden mutlu olduğu diğer insanlar tarafından mutlaka merak edilir. Caddeden geçen son model lüks bir araba kadar dikkat çekicidir bir insanın gülümsemesi. Çünkü gülümsemek de bir lükstür. İşte bu lüksü, bazı insanlar gülümsemekten başka hiçbir uğraşacak b.ku olmadığı için yaparlar. Her andan gülümseyebilmek için bir şey çıkarmaya çalışırlar. Bu lüksten çok faydalandıkları için de dikkat çekerler.
Gençler artık bu şen şakrak kahkahalarıyla caddenin hakimiyetini sıradanlıktan çok az bir süreliğine devralmışlar. Fakat çektikleri dikkatler, insanların sadece hakaretleriyle sınırlı kalıyor. Ben caddeye hayat verdiklerini düşündüğüm halde insanlar, bu gençlerin kendilerini rahatsız ettiklerini hissetmeye zorluyorlar. Söyledikleri tek cümle şu oluyor:” Şu pembe düdüklü geri zekalılar da çok ses yaptılar ya!”. Oysa ki “Mutsuzluk yanlış düşüncelerimizin ürünüdür ve bizden kaynaklanır.” demiş Tomas Gonzaga bana arka çıkarcasına. Mutsuz kalmak, monotonluğa baş kaldırmamak… Bunlar insanların gururla yaptıkları eylemler olmuş artık. Gençlerin önlerinde zaten var olan sıradanlık engeline destek olurlar; mutlu olamadıkları için mutlu da görmek istemedikleri gibi bir de şevklerini kırmaya çalışırlar.
Artık gençlerle birlikte yürüme hevesi içerisindeyim. Yürüme tempoları diğer insanlarınkine nazaran oldukça yavaş. Her andan tat almaya çalışan bu toplulukla yürümek benim de ilgi çektiğimi düşündürüyor ve değişik bir hal içerisine giriyorum ben de. Oynadıkları rolün farkında olmaları belki de onları mutlu etmeye teşvik eden en büyük etken. “Ancak en silik rolümüzü bile kavradığımız zaman mutluluğa kavuşabileceğiz.” sözünü yıllar önce Exupery bu gençleri görerek yazmış sanki.
Aralarındaki Tarık Mengüç’e benzeyen genç, bir anda o kalabalık arasında şınav pozisyonu alıyor. Arkadaşları gayet normal bir hareketmiş gibi davranıyorlar. Hiçbiri bu duruma şaşkın değil. Zaten yanlarından geçip giden herkesin gözleri onlarda olduğu gibi artık duraksayıp bu duruma gülenler meydana çıkıyor; aldırmıyorlar. Tüm bunları ilgi çekmek için yaptıklarını düşünüyorum. İlgiye muhtaç olan insanlar kendilerine ilgi gösterildiklerinde mutlaka kontrol ederler, bunu çok iyi biliyorum. Aralarından biri dahi, çevresine bakıp kimlerin baktığını umursamıyor. Gelen tepkilere kulak asmıyor. Bunu gördükten sonra ilgi çekmek için yaptıkları düşüncesinin kesinlikle yanlış olduğunu düşünüyorum.
İlerliyoruz… Cadde boyu cafeler, AVMler, çay bahçeleri… Hepsini geçiyoruz; ben giyimleri çok da iyi olmasa da maddi durumlarının iyi olduklarını düşündüğüm için bu mekanlardan birine girerler kanaatına vamışken, onlar caddenin sonuna doğru yürüyorlar, artık tepki göremeyecekleri bir yere doğru. Ben arkadan usul usul ilerlerken onlar da ucuz mallar satan bir markete giriyorlar. O ara sigaramı yakıp bekliyorum bu kanı kaynayan delikanlı gençleri. Oldukça ucuz olan yiyeceklerden almışlar bu yüzden o an düşündüklerimin doğru olduğunu pekiştiriyorum.“Mutlu olmanın iki yolu vardır. Ya isteklerimizi azaltmak ya da imkanlarımızı çoğaltmak.” Benjamin Franklin harika bir tespit yapmış bu konuda yalnız bir duruma değinmemiş. İstekler soyut iken imkanlar nasıl çoğaltılır? Caddeki insanların hepsinin istekleri maddi olduğu için mi kafalarında sürekli bin bir türlü tilki vardı? Onlar bunun için mi mutlu değiller ve mutluluğa katlanamıyorlar? Ya da bu gençlerin hiçbir soyut isteği yok mu? Bunları düşünürken insanların sürekli hayaller kurdukları gerçeği aklıma geliyor. Bunu düşünmekte, insanların maddi veya manevi isteklerinin hiçbir zaman bitmeyeceğinin garantisini verdiriyor kendi kendime.
Sanki önceden planladıkları bir yere doğru gittiklerini düşünüyorum. Hala takipteyim. İleride bir üst geçit var, büyük olasılıkla oradan karşıya geçecekler çünkü caddeye yakın yürüyorlar. Aralarından biri karşıya geçmeye çalışırken dördü birden azarlarcasına bağırıyorlar: “Aggh geçmeee!”. Konuşmaları da çok farklı bir üslup yansıtıyor bana. Üst geçide çıkıyorlar; ben caddeden karşıya geçmelerini beklerken bir türlü aşağıya inmek bilmiyorlar. Yaklaşık 5 dakika bekledikten sonra merak edip üst geçide çıkıyorum. Bu gençler beni yine şaşırtıyorlar, aldıkları yiyecekler ile birlikte oldukça pis olduğunu gözlemlediğim üst geçide kurulmuşlar. Sokak çocuklarını düşünüyorum. Onların en büyük eğlenceleri elde ettikleri 3-5 kuruşla yiyecek birkaç şey alıp üst geçide gitmek. Şu an onların da sokak çocuklarından hiçbir farkları yok. Aralarından biri, 29,5 kilo olduğunu tahmin ettiğim genç sürekli sigara içiyor. Sigaranın markası da herkesin içtiği bir marka değil. Demek ki maddi olarak değer verdikleri birşeyler var. Daha beş dakika önce şen şakrak olan genç, sigara içerken sürekli ufka doğru bakıyor. Sigara içerken belirli bir psikolojiye bürünüyor buna eminim. Maddiyat ego tatmin etmek için mi hırs yaratır yoksa değer verdiklerini elde edebilmek için mi? Bunun cevabını da bu gençlerin hal ve hareketleri bana gösteriyor.
Telefon çalıyor… Kel olan genç telefonunu açıyor ve “Üst geçitteyiz hea, gel la!” diye bir cevap verip telefonunu kapatıyor. Yaklaşık on beş dakika sonra arayan genç aralarına katılıyor. O da sanki onlardan biri. Yalnız dikkatimi çeken bir şey var. O geldiği andan beridir edilen küfür sayısı artmaya başlıyor. Ciddi bir şekilde sorulan sorulara bile bu en son gelen genç, umursamaz tavırlarda cevaplar veriyor. Çok marjinal küfürler ediyor. Sürekli tekrarladığı da bir küfür var: ”S..imde olur mu?” Bu küfür belki de bu beş gencin hayat felsefesini özetliyor fakat aralarında bu küfrü duymak onların sabrını taşırmış gibi. Artık bu gencin ettiği küfürler bu beş gencin tepkisini alıyor. Grubun ettiği muhabbetin değişime uğrama riskini bu beş genç alamıyor ve bu en son genç artık dışlanmaya başlanıyor.
Saatime bakıyorum yaklaşık iki saattir bu gençlerin peşindeyim. İşimi kaybettiğimi bile unutmuşum, üstelik karımdan yeni boşandığımı bile. Bu gençler iki saatliğine beni sanki farklı bir dünyaya götürdüler. Artık param olmasa bile, insanlar ne düşünürse düşünsünler nasıl mutlu olabileceğimi öğrendiğim için mutluyum. Artık hayatıma kimseyi müdahale ettirmemem gerektiğini benden yaklaşık on yaş genç bu gençlerden öğrendiğim için mutluyum. Eve doğru gitme vakti geldi. Gerçeklerle yüzleşme vakti geldi. Cebimdeki son bozukluklarla ben de bir dondurma alıyorum ve düdüğü öttürmek için hevesle yalıyorum. Her zaman kullandığım sakin sokağı bırakıp artık o kalabalık caddeyi kullanıyorum üstelik daha mutlu ve pembe düdüğümü öttürerek…