Deniz Ocakaçan – http://mucahyat.tumblr.com
‘bir varmış’ı geçmiş ‘bir yokmuş’tan gün almışsın.
Cennet bahçelerinden kovulduğunda -henüz Havva’yı tanrıyla basmamıştın hatırla!- aşk sadece bir yükseklik korkusuydu. Bir paletin içine fırlatıyordun kıyafetlerini. Teker teker düşmek çok güzeldi. Düşmeden önceki o an daha da güzeldi. Havva ağacın gölgesindeydi. Sana kalsa, o zaman iki dünya da tanrının memelerinden ibaretti. Birinden bir diğerine düşmek bir maymun gibi güldürüyordu seni.
Tükürükler dolaşıyordu kantinde. Kantinde herkesin içinde tükürükler dolaşıyordu. Soda içerken birisi, alkolü illegaldi. Kinder sürpriz yumurtadan çıkmış polis arabaları devriyedeydi. Anlayacağın sosyalistti;
“Afrika!”
Dudaklarını şimdiden morartmış bir diğeri; kıvrılırken Beşiktaş’ın en kırmızı bankının üstüne, art niyetli şiirler üflüyordu şişesine;
“Afrika!”
Elinde, Atatürk ‘m(e)deni’ bir paraydı, yazı tura ata ata geldiği okulunda cebinde sakladığı sadece aç karnına küstüğü bir rüyaydı;
“Afrika!”
Kuzguncuk’lu bir lüfer, tuzlu suyunu etrafa saça saça çıkıp, küllerin üstünde güneşlenirken balıkçıların kaşlarını dikizliyordu;
“Afrika!”
Henüz sen tanrıyı Havva’yla basmamıştın ve bu dünya herkese yetecek kadar açtı;
AFRİKA!
Sonra Marco Polo’nun Lord Byron’dan gizlediği bir kıtaya düşüverdin. Sekiz bacaklı gölgeler ağaçlarda geziniyordu ve her gece dallar kırılıyordu. Kahverengi bir okyanustu bulutlar, göbek deliğinden kum taneleri damlıyordu. Sekiz bacaklılar kimseden utanmıyordu. Burada fırtına dünyanın en eski mesleğiydi. Ellerini kimse görmedi, sesi kesik kesikti. ‘Bir varmış’tan geçmiş ‘bir yokmuş’a vurulmuştun. Hareket etmek hiç bu kadar zor olmamıştı. Rüyalarında ölüyordun artık. Maymunlar birbirini yiyordu.
“Bir varmış, bir yokmuş…”
Kırmızı rujlu kadın için çok geç, aynasında uçurum var. Alerjik astım olup geberene kadar sevenlerden. Kollarını ne kadar açarsan aç çakılmak için düşenlerden! Üstelik o su an jazz dinliyor.
Dön evine artık! Gri ve çamurlu bu akşamüstü don! Sokak lambalarının biri yandığında diğeri sönecek yine göreceksin. Üvey düşlerle çarpışarak, Baudelaire’in şiirlerinden barikatlar kurarak don! M(a)deni Atatürk uzat, üstüyle seccadeye yat! Durduğun yerde don! Evin gri ve çamurludur.
Geniş tavanlı kafatasından sarkan siyah göklerin arasından kızıl bir taş parlıyor. Sinekler ölü, ama sesleri a-tonal, yüzünü çalıyorlar. Çatlamış kaldırımlardan yola akıyorsun. Midende bir kantin kuruyor, akli evvel bir velet haritayı ters çeviriyor….
Kuşların hepsini öldür ki kediler düşmesin. Yukarıda kızıl bir tas parlıyor ama bu dünyanın hala bir emzireni yok.
Afrika kendi karnını deşmeye gidiyor.