Aşkın Yücel – askinyucelseckin@gmail.com
Onu suçlayacak hiç bir sebebim yoktu yine de aklımın oyunlarına kendimi bırakmak cazip geldiğinden suçlamıştım; çirkinleşmiştim hem de çok. O durağa nasıl geldiğimi anlayamamıştım. Kapı önünde saatlerce bekledim ne gelen vardı ne de giden. Olmayanı yaratmaya karanlıkta başlamıştım. Karanlıktan hiç korkmadım hatta beni orda çeken nice hayal vardı. Yine de yaptığım bu planı işletmeye karar verdim. Başarılı olduğum konuları tahtaya yazdım; sakince oturup tahtadakilerini defalarca okudum. Artık tüm kimliğimden vazgeçebilirdim. Yalan söyleyerek başladım. Adımı hatırlamadığımı ve bana verilebilecek tüm isimlere açık olduğuma kendimi ikna ettim. Köksüz, yersiz ve yurtsuz yaşayabileceğime sonuna kadar güvendim, evi terkettim, bulaşıkları olduğu gibi bırakarak… Hemen her bir kürede bir diğer küredekilere karşılık gelen şeyler olduğu sık sık aklıma takılırdı. Eşleştirme yapmaksa basit bir jimnastik. Suyu içtim. Önüme ilk gelene yaşanmışlıklarımla bağları çok zayıf ya da neredeyse hiç olmayan hikayeleri anılarım olarak anlatmaya başladım. Başlarda çelişik ifadeler ya da tavırlar sergileyeceğimden çok korkuyordum; sonraları ise neredeyse bu korku fanteziye dönüştü. Örneğin doğumum hakkında anlattıklarımda çelişik ifadeler oluşma ihtimalini sezdiğim anda bunu başka çelişik ifadelerle telafi etmeye başladım. Böylece sarmallar git gide iç içe geçmeye başladı. Öyle büyük keyif alıyordum ki çelişkiyi oluşmadan sezmeye başladım böylece bazen kasıtlı bazen de kendiliğinden olacak şekilde devam eden bir seri oluştu; norma uygun gözüküyordu. Artık ayakkabı numaramdan gezdiğim yerlere kadar başka bir insan olmaya başlamıştım; açıkçası insanlar da çok önemsemediklerinden rahatlıkla devam ettim bu olma haline. Soru sormanın o kadar yaygın bir eylem olmadığını fark etmem de bu döneme denk gelir. Tatmin edilemeyen bir zihin için bu sürekli yeniden kurulan ülke hareket edebildiği bir zemin haline gelmişti. Dahası artık anlatı yoluyla kişisel hikayeler içinde yer etmeye de başlamıştı; yani öyle ki bu ülkeye saldıracak olsalar bile karşılacakları kendi silahları olacaktı, keza oldu da. Kendisinden şüphe ettirecek kadar mükemmeldi ki başlangıç; devamının bir felaket olmasını mesafeli olan herkes kolayca anlayabilirdi. Neyse ki bu başlangıcı kolay atlattı ve devamında kimsenin aklına gelmeyecek bir fikir buldu. Madem ki saldırılmasından çekinmiyordum; o zaman hem bir saldırı olarak algılanabilecek hem de hikayenin bir benzerini içinde barındırabilecek yeni bir hikaye gerekiyordu; simetrik hikaye diye de anabiliriz bu fikri. Tıpkı farklı kürelerde bulunan elemanların eşleşmesi gibi bir çaba gerektiriyordu. Başlangıcın mükemmel oluşu gibi plan dahilinde bu hikaye de önce beklenen sonuçları verdi. Deliye dönmüştüm. Olmayan ülkemin karşısına olmayan bir ülke çıkarılmıştı. Uzlaşmak aklımdan bile geçmemesine rağmen uzlaşmış gibi gözüktüm -anlattığım hikayenin baş rolü gereği öyle olmam gerekiyordu- ve akabinde evden çıkar çıkmaz küplere bindim ve seri halde eve dönüş yollarını aramaya başladım. Köksüz, yersiz ve yurtsuz yaşayabileceğime dair güvenim sarsılmaya başlamıştı, ağladım. Yine de kapı önünde bekliyordum benim olmayanıma karşılık gelenin olduğuna dair bir umudum vardı. İnkar etmeye başladım ve hemen ardından onu suçladım. Sebepsizce… Anahtarı kaybetmeseydi neredeyse hikayeler örtüşecekti ve benim olmayan hikayem başka bir olmayan hikaye tarafından ele geçirilecekti; saldırı hedefini bulacaktı. Yerinde olsam defalarca susardım.