Ulaş – ulasonder@yahoo.com
1. Bölüm
İsmail o sabah her sabahki gibi gene sabah olmuştu. Ve yarın gene sabah alacaktı. Ama yarın olması için ( ki yarın olmadan sabah olamazdı) önce gece olması gerekiyordu. Bu zorundalık şüphesiz bir teknik durumdu ama bu ilginin insana evrensel bir yasa gibi gelmesi, bir zamanlar dünyanın yuvarlaklığı tartışması ( ki ne kadar gerçekten yaşanmış olduğu pek de belli değildi onun için) konusuna benzetilebilecek olsa bile; İsmail bunların hiçbirini düşünmedi. Ne düşündüğünü ben nereden bileyim.
İsmail bu sabah da her sabahki gibi tavukçuda çalışıyordu. Sadece sabahları çalışmıyordu. Aslında sabahları çalışmıyordu. İşe 9 gibi gidiyordu. Neyse. (ızdırap çektiren espiri anlayışı yoktu İsmailin) İsmail Tavukçuda tavuk kellesi uçurma işi yapıyordu. İsmail bu gidişle işe gidemeyeceğinden korkarak işe gitti. Yine tavukların kellesini uçuruyordu ki…
** Durun Makinaları Durdurun Hayıııııııır. Diyen bir haykırış duydu.
Panikleyerek makinayı durdurdu. Ne olmuştu, bağıran kimdi? İsmailin, bağıranın, ayaklarından makinanın çengellerine asılmış ve az kalsın birazdan kellesini uçuracak olan hızla dönen ve kanların süzüldüğü çelik yuvarlak bıçağa dehşet içinde bakan bir tavuk olduğunu anlaması uzun sürmedi.
“Aman tanrım nasıl olur da bir tavuk konuşabilir” gibi sıradan şaşkınlık ve hayretlere ya da “yoksa delirdim” mi gibi abukluklara kapılmadan bu durumu sakinlik ve bilgelikle kabulleniverdi ismail. Hatta “vay be ne kadar da sakin ve akıllıca karşıladım bu durumu, afferim bana ” diye bile düşünmedi. Ne düşündü bilemiyoruz tabi. Tabi ne düşünmediğini de bilemiyoruz ama laf işte bizimkiler. Aslında bi bok bilmiyoruz; hepsini düşük rakımlı bi yerimizden sallıyoruz. Tabi oturur pozisyonda iken. Ayağa kalkınca rakımı biraz yükseliyor.
Neyse ,efendime söyliyeyim, İsmail, hala dehşet içinde haykıran ve çırpınan onca tavuğun içinde sakinlemiş ama oldukça şaşırmış olan tavuğu seçti. Tavuk da ona bakıyordu. Göz göze geldiler. İsmail bu anlamlı bakışların yavaş yavaş içine dalarak, kendi aklının ta derinliklerinde tavuğun sesini duydu.
** Beni duyuyor musun gerçekten? Makinayı durdurdun ve şimdi de bana bakıyorsun. Siz insanlar gerçekten akıllı mısınız yoksa, a sen konuşabiliyor musun?
İsmail,cevap vermeden büyük bir sakinlik ve şefkatle tavuğu ayaklarından kavrayarak çengelden indirdi ve yere koyarak kendisi de önünde diz çöktü, ve “Merhaba” dedi. Tavuk da bu mucuzevi duruma İsmailin bu öküz sakinliğindeki yaklaşımından afallayarak yarım gagayla bir “merhaba diyebildi” ve o anda kafasında Zülfü Livanelinin “bir merhaba gönder, el oğlu duyar kardeşin duymaz” gibi sözleri olan ama tam hatırlayamadığı bir parçanın eşliğinde ve sarı kadifeden elbiseler içinde açık mor bir sahnede dans eden atletik buzağılarla dolu bir imge belirdiyse de bu imgeyi saçmalığı nedeniyle tam kavrayamadı ve hemen unuttu, hatırında sadece, ancak yıllar boyu süerecek hipnoz ve telkin seanslarıyla zorlanırsa hatırlayabileceği, o kadifelerin ilginç sarı rengi kaldı. Ama büyük ihtimalle yanlış olarak kaldı ve bu ilginçliği kırmızının bir tonu olarak hatırlayabilecekti.
Bu andan sonra tavuk, adamın bu “anormal?” davranışlarından işkillenerek, durumun gerçeküstülüğünü bir kenara bırakıp, kendisine neler yapabileceğini kestirmeye çalıştı. Ancak belki de hangi kenara bıraktığını hiç düşünmedi. Eğer düşüncelerin kafasında bir “yer” i olsa bile onu hatırlamak için bu “yer” in diğer yerlere göre ne tarafta olduğunu bilmesine gerek yoktu ya da bu benzetmede “taraf” için de bir düşüncenin diğer düşüncelerle konstrüksiyonlarındaki ortak elemana denk düşebileceğini düşünmedi; adamın aklına girerek, kendisine neler yapabileği ihtimallerine yoğunlaşmaya çalıştı.
İsmail’in gözlerine bakarken düşünceleri daha bir analitik, materyalist hale gelmeye başladı ve birden kendi iç dünyasından koparak, tüm nesnelerin pratikte anlamlandığı, sertlikleri, ağırlıkları, renkleri gibi nitelikleri ve bu niteliklerinin değerleri ile anlamlandırıldığı bir evrenin içinde diğer herşey gibi ama onlardan biraz farklı bir nesne gibi, düşünen,hareket eden, hisseden ama yine de bir nesne gibi buluverdi kendisini. Ve işte böylelikle İsmail için anlamını kavrayıverdi; “acayip bir yemek”. Ve yine aynı anda her ne kadar, bu kadar, materyalist bir dünyadaki pratik düşüncelere yabancı olsa da hemencecik, kendisinin sonunda tümden özgürlüğüne kavuştuğu bir sonu temel alarak, İsmail’ in olası kişiliği, ihtiyaçları, eğilimleri ve içine girdiği olağandışı durumun, inançlarına, kültürel kimliğine bağlı olarak doğuracağı etkiler gibi şartların , ilerde yaşayacak olduğu olayları algılayışı ile ortaya çıkacak zihin sürecinden sonra davranışlarını oluşturacağı, bu sayede İsmail in iç etkileşimlerine müdahil olabileceği ve ortaya çıkacak olayların ihtimallerini göz önünde bulundurarak kabaca bir plan yaptı. Bu planı netleştirmekten de çekindi ve her olasılığa az yavda çok uygun olabilecek davranışlarda bulunmaya karar verdi ama o anda yine de hiçbirşey yapamayarak öylece donakaldı.
İsmail, öyle pek parlak birisi değildi ve bu kritik anda ne yapması gerektiğini düşünmek gibi bir derdi falan da yoktu. Bir yandan ,bir tavuğun akıllı olması, duygu ve düşüncelerinin olmasına rağmen onları yediğimizi hatta kendisinin o güne kadar bu canlardan binlercesinin canına bizzat kıymış olmasının kendisinde yarattığı suçluluk duygusunu sorgulamaya çalışıyor, bir yandan da bir tavukla nasıl böylesine güçlü bir empati kurabildiğini, bunu diğer tavuklar ya da hayvanlarla kurup kuramayacağını, bu yeteneğin başka insanlarda da olup olmadığını, Süleyman peygamberi düşünüyordu. Hatta bazen de aklına bunları düşünmeyi bırakıp tekrar tavuğun gözlerine dalarak bu sıradışı maceraya kaldığı yerden devam etmesi fikri geliyordu. Ama bir insanın bir yandan bir fikri düşünürken aynı anda diğer yandan başka bir fikri düşünmesi gibi birşeyin olup olamayacağı, bu yanların hangi yanlar olduğu gibi sorular gelmedi İsmail in aklına .Tavuk içinse İsmailin aklından bunların geçmeyeceği “hiçbişekilde bilinemez” di ama ismailin aklından geçen herşey tavuğun dünyasında bir güneş gibi ayandı.
Tavukların dünyasında iki akıl arasındaki ayrım neredeyse yok gibidir. Birbirlerinden hiçbirşey gizleyemezler. Bir tavuğun aklındaki düşünce her tavuğun aklında da vardır. Bir düşünce tüm tavuklar tarafından aynı anda sorgulanmış ve kabul ya da reddedilmiş gibidir. Tavuklar varoluşlarının bu kendiliğindenliğinde tanrının melekleri gibi yalın bir hayat yaşarlar. İşte tavuk dünyasında bir davranış da bu düşüncelere bu yüzden tamamıyla uyar. İki horozun kavgası bile en meşru ve en doğaldır. Bunun için de çok güzel bir davranıştır. Onların doğası budur ve “olağan” olan bu herşey tanrının isteğidir. Ve işte şimdi de bu doğal sosyal bilinç İsmail ile aralarında da oluşmuştu.
Tavuk için de İsmail için de sanki ezelden beri süregelen ve ebede kadar sürecek olan bu neredeyse trans halindeki bekleyişten, ikisini de bir bağırış uyandırıverdi.
**Bandı kim durdurdu?
İşte İsmail bu anda kendisine doğru gelmekte olan işçibaşına bu acaip durumu normal gibi görülmesini sağlayabilecek bir sürü yalan ve uydurma anlatsa bile bu “altın yumurtlayan tavuğun” canını kurtaramayabileceğini ve olayların kendi kontrolünden çıkabileceğini bildiğinden tavuğun da gözlerine birkez bakıp onun da bunu dilediğini anlayarak koltuğunun altına aldığı gibi çıkış kapısına doğru koşmaya başladı.
1. Bölümün Sonu