Furkan / furkan_bbsk@hotmail.com
Ufak bir tırtıldı köse bucak dolanan, umarsız ve pervasız. Nerde olduğunu, ne olduğunu bilmeden, umursamadan. Karnını doyurup hayattan hiçbir şey beklemeyen. Dün neredeydi, yarın nerede olacak düşünmeden, anı dahi kaybeden. İste böyleydi ufak tırtıl; gün geçtikçe kendine armağan olarak verilen her şeyi unutup kaybeden, bulunduğu yerde herhangi bir şey olarak kalmayı kabul eden.
Bir gün kendini derin bir karanlığın içinde bulunca farkına varmaya başladı tüm bunların. Nerede olduğunu düşünüyordu artık. Belki sadece etrafını göremediği için ama en azından kendisinin nasıl bir şey olduğunu bulmuştu kendi içinde. Anlam veremiyordu karanlığa, neden düşmüştü buraya, oysa o günde her şey normaldi. Belki de farklıydı. Sonradan fark etti bunu, o gün gözüne çarpan bir ışık fark etmiş, onu daha yakından görebilmek için yüksek bir dala çıkmak istemişti ve hayatı boyunca tatmadığı bir şey hisseti içinde. Dipteki otlar ve dökülmüş yapraklarla karnını doyurmaktan, orada burada manasız bir şekilde gezmekten farklı bir şey istedi ve bu bir anda, anlam veremediği bir şekilde oldu, şaşırmıştı. Ama bunu yapmayı her şeyden çok istiyordu. O yüksek dala tırmanmayı, ışığa ulaşmayı. Başladı, çabalıyordu. Bulmuştu; içindeki, daha önce tatmadığı şey buydu: çabalamak. Bir şey için çabalamak. Başarabileceğine inanmak, bu uğurda çabalamak. O dala ulaştığı anda yorgunluktan bayılmış ve belki de bir kus tarafından yenmiş olmalıydı. İşte böyle açıklıyordu içinde bulunduğu karanlığı kendince, küçük tırtıl. Ama böyle değildi gerçek.
Bir anda küçük vücudunun her tarafında dayanılmaz ağrılar başlamıştı. Yorgunluktandı ona göre ama canı an be an daha çok yanmaya başladı. Ne olduğunu bilmediği bir vahşi meyveyi yediği için zehirlenmiş gibi hissediyordu kendini. Vücudu bir emanet gibiydi sanki onu almaya gelmişti asıl sahibi. Ama ne kalacaktı ki geriye o küçük vücudundan. Acılar çok şiddetlenmişti bunun bir sonu olmalıydı, hissedebiliyordu, acılarının izin verdiği kadar. Birden gözüne süzülen bir damla ışık fark etti ama çok geç diye geçirdi içinden gözleri kapandı.
Gözlerini açtığında etraf o kadar aydınlıktı ki, daha önce hiç görmediği şeyleri görebildiğini fark etti. Işığı görebiliyordu artık. Aydınlıktaydı. Gerçekten oraya ulaşabilmek için çok çabalamış olmalıydı. Simdi o dalın üstünde kendini eskisinden çok farklı hissediyordu. Kendine dair ne varsa değişmiş gibiydi. Çok farklıydı çok. O bir kelebekti artık. Ama bunu fark etmesi için biri ona yardım etmeliydi belki de. Bunun için çok beklemesi gerekmedi kelebeğin, sert bir rüzgâr onu dalın üstünden alıp öylece sürükledi. O kadar yüksekten aşağı düşmek onun için çok korkunç olabilirdi ama o düşmüyordu ki uçuyordu kelebek uçuyordu…
Bunu çok sevmişti, uçuyordu hiç durmadan, başka bir şeye istemiyordu hayatta, sadece uçuyordu. Bu defa tırtıl gibi değildi düşünceleri, etrafındaki her şeyi fark ediyordu, sorguluyordu. En önemlisi kendinin farkına varmıştı. Farklıydı o; yapamayacağı şey yoktu. Işığın kaynağını, Güneşi fark etmişti ve artık ondan kopamıyordu. Tüm bu düşünceler ve farkındalıklar ışıktandı. Aydınlığa doğru uçuyordu kelebek, ışığa doğru, güneşe doğru! Ona daha yakın olmak istiyordu. Güneşe. Ona daha yakın olmak istiyordu sadece. O kadar yakındı ki bir gün ona, kanatları alev aldı. Ama hiçbir acı hissetmiyordu kelebek, kanatları da olduğu yerdeydi. Onu terk etmemişlerdi. O da günesin bir parçasıydı sanki. Her zerresinde hissedebiliyordu bunu simdi. Sonunda kendindeki her şeyin farkına varmaya başlamıştı. Hep daha fazlasını bulabileceğini biliyor ama kibirlenmiyordu asla. Sadece arıyordu. Kendini, özünü arıyordu. O güneşti. Günesin bir parçasıydı kelebek. Kanatları alev alevdi. Ateş kelebekti. Fırtınalar bile söndüremiyordu kelebeğin kanatlarını, o ise hep daha uzağa ve daha hızlı uçmaya çalışıyordu. Kendinde var olanı tümüyle açığa çıkarabilmeye, hayatını anlamlı kılmaya, etrafını yasadığı yeri anlamaya, kendini ve çevresindekileri Özgürleştirmeye, neden burada olduğunu anlamaya çalışıyordu Ateş kelebek. Su anda farkında olduğu her şeyin daha önce farkında olmak için neler vermezdi ki. Ama çok geç kaldığını da düşünmüyordu ateş kelebek. Su anda tek istediği tamamen benliğini kuşatan güneşe kavuşmaktı.
Bazen karanlıkta kaldığı oluyordu Ateş kelebeğin ama kanatları artık o kadar büyük alevler saçıyordu ki önü hep aydınlıktı. Hiç kaygılanmadan uçuyordu Ateş kelebek, daha hızlı uçuyordu alevler büyüyordu. Umursamadı. Daha hızlıydı. Daha da hızlı. Alevler her yanını sarmıştı ama farkında bile değildi, umurunda da değildi. Acı hissetmiyordu, aksine rahatlıyordu. Alevler tüm vücudunu sardığında, Ateş kelebek bir alev topuydu ve yükseliyordu. Yükseldi. Parlıyordu Ateş kelebek. Güneşti o.