-Hoş geldiniz, nasılsınız? Heyecanlı görünüyorsunuz biraz.
Sağ olun, ömrümde ilk kez bana söz hakkı verileceği için alışık olmadığım bir pozisyondayım fakat burada olmaktan ziyadesiyle memnunum yanlış anlamayın.
-Estağfurullah. İsterseniz Sokrates’le tanışmanızdan bahsederek başlayalım, mesela nerede, ne vesileyle tanıştınız?
Megaralı Kriton’un oğlu Adonis yakın dostumdur, bir defasında Sokrates’e benden bahsetmiş bilgelik yolunda yakışıklı bir genç olduğumu öğrenince sokrates’in ilgisini çekmişim. Tabii bunları duymak hoşuma gitti benim. Daha sonra, olimpiyatları müjdeleyen bir şölende karşılaştık onunla, dostum beni takdim etti. Sokrates memnun görünüyordu. Ben de hevesli hevesli konuşmaya başladım.
Biliyorsunuz benim düşünce yapım sofist bilgeliğine daha yakın, fakat Sokrates’in Sofistlerle arasının limoni olduğunu bildiğimden kendi düşüncelerimden ödün vermesem de laflarıma dikkat ediyordum. Sonra noldu bilmiyorum iyice gaza gelip kendimi he Sokrates haklısın Sokrates derken buldum. Tanınmaz hale gelmiştim, atalarımı inkar eden cümleleri onaylıyordum. Bir süre sonra neyi onayladığım da önemsiz hale gelmeye başladı, tezahürat yapıyor gibiydim. Sokrates ise halinden memnun görünüyordu, sanki tüm bunlar planlıymış da amacına ulaşmış gibi.
-Ne kadar da dolmuşsunuz! Sonra noldu peki, tekrar görüştünüz mü?
Başka bir dostum vasıtasıyla Sokrates’in benimle yeniden sohbet etmekten büyük mutluluk duyacağı iletildi. Ondan gelen hiçbir sözü reddedemeyecek kıvama gelen ben sizce ne yapmış olabilir? Köpeğin olurum dedim yollara düştüm, benim açımdan ilk görüşmemizdekinden pek farkı olmayan bir sohbet gerçekleştirdik. Sonra bu görüşmeler bir döngü halini aldı.
Sokrates’in repliklerini onaylama ritmim öyle bir istikrar kazanmıştı ki onun etrafında dönen bir uydu olup çıkmıştım adeta. Beni yıllar sonra “istikrar göklerdedir” düşüncesiyle Sokrates’in yörüngesinden çıkartarak özgür kılan zat ömrüm yetmediğinden tanışamadığım sevgili Aristoteles’tir. Zira bu düşünceye göre gökteki düzeni yerde aramamak gerekir.
-Peki o halde sizin kendi felsefi görüşlerinize değinelim.
Dediğim gibi Sofistlere hep yakın oldum aslında, septik bir yanım her zaman vardı. Ama diyaloglarda bu eğilimlerime dair herhangi bir iz bulamazsanız şaşırmayın, ya da kendisiyle çelişen bir adam olduğumu düşünmeyin. Mesela Platonu okuyan bir takım şakacı arkadaşlar benim durumuma “he-sokrates ekolü” adını takmışlar. Şüpheci bir adamın bulunması beklenen bir konumdan oldukça uzaktım elbet, fakat dediğim gibi, o konuşmaları yaparken ben de kendimi tanıyamıyordum.
-Heyecanınızı kırmak gibi olmasın ama her şeyi onaylamakla her şeyden şüphe etmek bir değil mi? 2 koşulda da, ortaya herhangi bir tavır koymaktan yoksun kalınan bir durum söz konusu. Yani, sizi sürekli onaylamaya iten dürtü septik yanınızdan kaynaklanıyor olamaz mı?
Bakın her şeyden şüphe etmek benim kişisel tercihim. Fakat sürekli onaylamama sebep olan etki dışardan geliyor, yani Sokrates’ten. Bence Sokrates diyalog kurmasını cidden bilmiyor. Birinin her telden konuşurken, diğerinin onaylamaktan öteye gidemediği bir konuşmaya diyalog denmez. Biliyorsunuz kendi düşüncesinin muhalifini bile aynı diyalogda benim yerime yine Sokrates’in kendisi dile getiriyor. Tüm bunları hesaba katınca, o diyaloglarda bulunuşumun hakkaten hiçbir anlamı olmadığını fark ediyor, sömürülmüş gibi hissediyorum.
– Basiretinizin bağlanmasını kişisel bir problem olarak görmeyip Sokratesi bundan sorumlu tutuyor gibisiniz.
Şimdi öyle demeyelim. En nihayetinde Sokrates Atinamızın iyi bir yurttaşı, büyüğümüzdür. ölünün arkasından da konuşmamak lazım sonuçta kalkıp benim ithamlarıma cevap verecek durumda değil kendisi. Kaldı ki bence felsefenin en büyük açığı da bu, “yok Dekart şöyledir yok bilmemne yalancıdır” diyerek ölmüş biriyle diyalog kurar gibi davranıp felsefe yapmış oluyorlar güya. Tabii Sokrates’in geleneğinin bir uzantısı sonuçta, şaşırmamalı. Yine de hakkını vermek lazım Sokrates muhatapları canlıyken de ‘diyalog kurar gibi’ yapıyordu. Her şeye rağmen kendisi dostlarımın dostudur, sayarım. Fakat her insan gibi bir takım sıkıntıları vardı. Bir noktadan itibaren bu sıkıntıları kendi içinde yaşayamaz oldu ve ucu bizlere de dokunmaya başladı.
– Nasıl yani, biraz örnek verin? Anlatın çekinmeyin.
Bence Sokrates’in esas düşmanı sofistler değil bizzat kendisidir. Biliyorsunuz adam hitabet konusunda sofistlere taş çıkartacak düzeye varmış bu aşikar. Hatta bütün felsefi kazanımlarını bu en kıymetli yeteneğine borçludur demekten çekinmem. Bence kendisi de içinde bulunduğu çelişkinin farkında buna rağmen felsefesini geri planda bırakmak istemediği için her fırsatta retoriği yerden yere vuruyor. Yani kendi iç hesaplaşmalarının cezasını sofistlere kesiyor.
-Bu iddialarınızı zamanında dile getirebilseymişsiniz ortalık sağlam karışırmış valla. Peki son olarak şunu sorayım, Sokrates kendisini onaylatmaktan nasıl bir çıkar sağlıyor olabilir ki, hiç düşündünüz mü?
Bilmiyorum, Sokrates’in düşünce sistemine dahil olur olmaz kendimi yeniden kaybedecek gibi oluyorum. Onun bilhassa bana dair olan düşüncelerini ölçüp tartmak hatta bunların üzerine yorum yapmak benim için kolay bir şey değil, kusura bakmayın.
-Kendinize haksızlık etmeyin, Sokrates hakkında ağza alınmayacak bir sürü laf söylediniz. Açıkçası benim için bayağı enteresan bir sohbet oldu, çok teşekkür ederim bizi kırmayıp geldiğiniz için 🙂
Bilmukabele 🙂 Bana bunca yıl sonra Sokrates’in yapamadığını yapıp herhangi bir diyalogda kendimi ifade edebileceğim bir alan açtınız ya artık gözüm açık gitmeyecek.