Rüyamda gözümü açtığımda bir apartman dairesinde yaşıyordum. Bu apartman dairesi daha çok eski taş Rus evlerine benziyordu. Evin içi, odaları, yanmış gibi simsiyahtı. Duvarlarındaki isin altında ne renk vardı göremiyordun. Pencereleri eski naylonlarla kaplıydı. Eşyalar ise yok gibi bir şeydi. Olanlar da eski koyu ahşaptandılar; hani dedelerin ninelerin evinde olan antikalar gibi. Kısaca bütün apartman ölüm kokuyordu. .
Ben bu iç karartıcı binada iki arkadaşımla kalıyordum. Yüzlerini, isimlerini hatırlamıyorum, ama gerçek hayatta, rüya dışında da arkadaşlarımdılar bundan eminim. Şimdilik birine Ali diğerine Veli diyelim. Bu binada başkaları da var, yalnız değiliz yani. Gün içinde seslerini duyabiliyoruz, bağırıyorlar, konuşuyorlar, zıplıyorlar, türlü türlü huyları var.. Ama bütün sesler çok uzaklardan geliyor, sanki aynı apartmanda değiller bile. Daha önceden onlardan biriyle apartman içinde karşılaştığımı hatırlamıyorum.
Görünmeyen apartman sakinleriyle kullanım alanlarımız koridorlar, merdivenler bir de ortak balkon. Evet, evin mimarisi bir garip, her katın balkonu ortak. Balkon dediğimiz de dışarıya kapalı geniş bir oda. Her dairenin bir odasından balkona giriş var. Balkona açılan kapılar buğulu camlı, dayanıksız, tek tekmeyle yıkılacak gibi. Herkes bu alanı çamaşırlarını asmak için kullanıyor. Odanın bir köşesinden diğerine ipler gerilmiş. İplerde beyaz çarşaflar asılı. Çarşaflar yıkanmış, ama üzerleri hala lekeli. Camların buğusu da bu nemli çarşaflardan geliyor. Bütün odanın duvarları rutubetten kabarmış.
Bizim dairenin balkona açılan odasında ben kalıyorum. Rüyamdaki gün Ali ve Veli evde yoklar. Festivale gitmişler. Apartmandan da çıt çıkmıyor. O gün normalde olduğundan daha da sessiz. Bütün binada bir ıssızlık var. Issızlık odama da sızmış. Ben öylece yer şiltesinde oturmuş kitap okuyorum. Kitap okumuyorum belki de sadece oturmuş siyah tavana bakıyorum.. Hatırlamıyorum. Ama vakit öldürmeye çalıştığımdan eminim.
Ben öylece dururken mide kasan bir ses duymaya başlıyorum. İnce, ama genç değil, kartlaşmış gibi. Sanki yıllarca eziyet çekmiş birinin çığlıkları toplanıp böyle bir sesin içine sindirilmiş. Bebek viyaklamasıyla koyun melemesi gibi bir şey. Ses o zamana kadar hiç duymadığım kadar yakınımdan geliyor. Duvarın hemen öte tarafından. Hemen bir bardak dayayıp dinlemeye başlıyorum.
Çığlıklara patırtı kütürtü ve küfürler eşlik ediyor. Küfürler anlaşılmıyor, ama sahibi hiç susmuyor. Kurban da öyle.. İki kişiler. Sürekli yer değiştiriyorlar; hareket halindeler. Ben de kulağım bardağa yaslanmış onları takip ediyorum. Belli ki birileri birilerini dövüyor. Ama ne dövme.. Duvardan duvara vuruyor, birkaç kere de benim duvara çarpıyor. Zangır zangır odam sallanıyor. Kulağım acıyor. Kapının parçalanışını duymamla sesler balkona çıkıyor.
Balkona açılan kapımın dibine çöküyorum ve camdan olan biteni izlemeye koyuluyorum. Çığlıkların sahibi çırılçıplak yaşlı bir kadın. Topak topak olmuş kırlaşmış saçları var. Derisi sarkmış, buruşuk; üzerinde başkasının kıyafeti gibi duruyor. Sanki hayatında hiç güneş dokunmamış gibi teni hastalıklı beyaz. Mor ve yeşil varisleri vücudunun her yerine yayılmış. İlk önce hamile sanıyorum, ama sonra şişik karnının fıtık olduğunu anlıyorum. Pütürlü, damarlı bir kütle dizlerine kadar sarkıyor. Memelerinin olması gereken yerde ameliyat izleri var. Bütün bedeni kendi kanına bulanmış. Çarpık ağzı, siğilli gözleri, kıllı kulakları kıpkırmızı. Dolandığı her çamaşırda lekesini bırakıyor..
Küfürlerin sahibi kıvırcık saçlı, kıllı bir obez. Saçlarının tepesi açılmış. Sapsarı dişleri var. Kalın kaşlarından ötürü alnı daracık kalmış. O da çıplak. Penisi büzüşmüş, yağlarının içinde kaybolmuş. Aşağı sarkan üçgen memelerinin uçlarından terler damlıyor. Küfretmekten soluğu kesilmiş, ama hala devam ediyor. Sesi kısıldığı için şimdi incecik çıkıyor. Geldikleri odaya doğru emirler yağdırmaya başlıyor. Tombul işaret parmağı zan altında bırakırcasına kadını gösteriyor.
Adamın kölesi kapının içinden zar zor çıkıyor. İçeri nasıl girebilmiş o bile şaşırtıcı. İki metreye yakın boyu var. Omuzlarının genişliği de bir o kadar. Bu şeyin ne olduğunu tarif etmek zor. İnsan değil; daha çok tüyleri kesilmiş bir orangutanı andırıyor. Kolları bacaklarından uzun ve kalın. Öne doğru eğilmiş; yürürken onlardan da destek alıyor. Bakışlarında kötülük yok. Tam tersine yüzünde bebeksi bir ifade var. Oyun oynayan bir çocuk gibi gülümsüyor. Ağzının kenarından sivri köpek dişleri çıkmış.
Yaratık obezin gösterdiği kadına doğru acele etmeden ilerliyor. Bir adımı kadının üç adımına eşit. Kadın kaçmak için balkona açılan kapıları yumrukluyor, bütün odayı dört dönüyor, ama onu içeri alan kimse yok. En sonunda benim kapımın önünde duruyor, eğilip camdan baktığı anda beni görüyor. Kapıyı açmaya çalışıyor, ama diğer taraftan da ben çektiğim için beceremiyor. Salya sümük yalvarmasına rağmen onu içeri almıyorum. En sonunda pes ediyor ve öylece gözlerini gözlerime dikiyor. Bakışlarında kızgınlık yok; hayal kırıklığı var. Sanki benden bunu beklemezmiş gibi. Onu tanımıyorum ki..
Yaratık kadını saçlarından tutup odanın ortasına sürüklüyor. Kadın artık pes etmiş, gıkını çıkarmıyor. Obez gözlerini kırpmadan olan biteni izliyor. Orangutan derin bir nefes aldıktan sonra kadını yerden yere vurmaya başlıyor. Kadın her yere çarptığında biraz daha eziliyor, şeklini kaybediyor, etrafa kan saçıyor. Obez şimdi mutluluktan çıldırdı. Kocaman götü üzerinde karnını tutarak kahkaha atmakta. Yaratık da zıplayarak gülüyor, ama onun gülüşü bebekleri anımsatıyor. Kadın içi kan ve kıymık kemik dolu bir balona dönüştüğünde odanın bir köşesine fırlatıyor. Havada dönerek kapıma çarpıyor ve patlayıveriyor. Etrafa organları, kemikleri, dişleri saçılıyor. Kapımın altından akan kanın içinde minnacık dişleri görüyorum. Dayanamıyorum, üstüne kusuyorum.
Camdan tekrar baktığımda obezin bana baktığını görüyorum. Ayıp bir şey yapmış da yakalanmış gibi bir eliyle penisini, diğer eliyle ağzını örtmüş. Gözleri kocaman açılmış. Olan bitene tanık olmasam dünyanın en masum insanı derim. Bir anda kapı açılıyor ve kendimi karşısında buluveriyorum. Yaratık eğilmiş kapı aralığından beni izliyor. O da şaşkın, sanki ağlayacak gibi alt dudağı titriyor. Ne yapacağımı bilemeden öylece duruyorum. Kendimi vazo kırmış çocuk gibi suçlu hissediyorum.
Obez adam bir anda parmağıyla beni gösterip küfretmeye başladığında kendime geliyorum. Yaratık delirmiş gibi çığlık atmaya başlıyor, bir yandan da göğsünü yumruklayıp ağlıyor. Beni yakalamak için elini odadan içeri sokuyor. Ama ben pençesinden kaçıveriyorum. Hızlıca odadan çıkıp kaçmaya başlıyorum. Yaratık da kaçtığımı görünce iyice çıldırıyor. Gözleri kan kırmızısına boyanıyor, göz yaşları yerine yanaklarından kanlar süzülmeye başlıyor. Odaların duvarlarını kırıp beşime düşüyor. Apartmanın dönen merdivenlerinden basamakları atlayarak uçarcasına iniyorum. Yaratık da hemen arkamda. Dar koridorlardan eğilerek geçmek zorunda kalıyor, hızı yavaşlıyor. Merdivenlerin başına geldiğinde ben en aşağı kattayım. Bana en yukarıdan bakıyor, ben de kan kırmızısı gözlerine bakıyorum, sonra bir anda kendini merdiven boşluğuna bırakıyor. Oraya buraya çarpa çarpa en aşağı kadar düşüyor. Üzerime düşmesinden son anda kenara atlayarak kurtuluyorum.
Toz duman durulduğunda bir ağlama sesiyle kendime geliyorum. Yaratığın cansız bedenini birkaç metre ötemde duruyor. Çarpmanın şiddetinden bütün kafası patlamış, kulaklarından beyni çıkmış, gözleri yuvalarından fırlamış. Obez yaratığa sarılmış sarsılarak ağlıyor. Bir yandan da Yaratık’ın tüylerini seviyor. Kadının karşısındaki heybeti, kendine güveni yok şimdi. Sessizce ayağa kalkıp fark ettirmeden sokağa çıkıyorum.
Sokaklar panayır yeri; curcuna. İskelet maskesi giymiş insanlar ellerinde içki şişeleriyle güle oynaya eğleniyor. Kaldırımlar, yollar çiçeklerle dolu. Hemen herkes öpüşüyor, şarkılar söylüyorlar, dans ediyorlar. Üstüme başıma baktığımda kan içinde olduğumu görüyorum. Bir yerlerim kanamış belki ya da Yaratıktan üstüme sıçrayan kan. Belki de kadının kanıdır bilemiyorum.. Hızlı adımlarla kalabalığın içinde kendime yol açarak ilerliyorum. Kimse bana bakmıyor, sanki normalmişim gibi, herkes kendi işinde. Böyle canhıraş koşarken karşıma Ali ve Veli çıkıyor. Yüzlerine maske takmamışlar onları bu şekilde tanıyorum. Yanlarında da iki tane kadın var, ama yüzleri maskeli. Beni aralarına alıyorlar.
Ali ve Veli’ye heyecanla olanları anlatmaya çalışıyorum, ama oralı değiller. Kafaları kıyak, beni dinlerken de içmeye devam ediyorlar. Belli bir süre Ali sıkılıp kadınlarla az ötede dans ediyor. Veli ise sabırla benim bitirmemi bekliyor. Ben sustuğumda elini omzuma koyup sakin olmamı, hepsinin geçtiğini, bu tür şeylerin her zaman burada yaşandığını söylüyor. Ne dediğini anlamıyorum, nasıl bu tür şeyler burada yaşanıyor? Veli avucuma cebinden çıkardığı beyaz bir taş koyuyor. Kireç gibi bir şey bu. Al, diyor, bunu iç, kendini daha iyi hissedeceksin. Sonra avucumu kapayıp kadınların yanına gidiyor. Kalabalığın ortasında bir başıma kalıveriyorum.
Avucumu açtığımda kireç taşının parçalandığını ve toz haline geldiğini görüyorum. Burnuma içine daldırıp derin derin çekiyorum. Etrafımdaki görüntüler, renkler iç içe girmeye başlıyor. Maskeli kurukafalar iskeletlere dönüşüp etrafımda dans ediyorlar. Ali ve Veli geliyor, beni elimden götürüp guruplarına dahil ediyor. Beraber içerek bütün iskeletlerle beraber ana caddeye çıkıyoruz, şarkılar söyleyerek yürüyoruz ve dev bir eşya yığının önüne geliyoruz. İnsanlar bu yığının içine kıyafetlerini çıkartıp atıyor, herkes çıplak kalıyor. Yığının etrafında dans ediyoruz.
Bir iskelet, ama güzel gülümseyen bir iskelet ellerimden tutuyor ve gözlerinden içeri bakıyorum. Göz çukurlarında hiç görmediğim bir parıltı görüyorum, kırmızı yakuttan minnacık taşlar. Taşların üzerinde bir sürü farklı ben var, gülüyorum, ağlıyorum, özlüyorum. İskelet eşim beni eşya kulesinin en tepesine çıkartıyor. Bizim gibi bir sürü çift var burada umarsızca sevişiyorlar. Sonra mutluluğumuzun zirvesinde yığın alev alıyor ve biz sevişe sevişe kül oluyoruz. Aşağıdakiler içki içip ateşin önünde dans etmeye devam ediyor, adımıza şarkılar söylüyorlar, şükranlarını sunuyorlar. Biz ise, ben ve gülümsemesi güzel iskelet, el ele duman olmuş yıldızlara doğru yükseliyoruz. Yolculuğumuz sırasında elimizi bir kere bırakmıyor ve sevişmeye devam ediyoruz. Yolculuk uzun, hiç durmayacağımızı söylüyor, uyanıyorum, hayata gözlerimi açtığımda tavana bakıyorum.
Anonym – 13 Aralık 2015 – 00.37 – Gece
önceki içerik